5 Temmuz 2013 Cuma

MISIR’A FARKLI BİR NOKTADAN BAKMAK



Ülkemdeki İslamcı aydınlar(?) "Mursi'yi laiklere yedirmeyiz" muhabbetine kilitlenmiş durumda. Attıkları twitlere, köşelerindeki yazılara ve televizyonlardaki muhabbetlerine bakılacak olursa "dış mihraklar" Mısır'ı karıştırmak için elinden geleni yapıyor, aynı Türkiye'de olduğu gibi. Onlara göre tabii ki yapılması gereken Müslümanların uyanık olması. İnsanın kafası karışıyor haliyle, nedir dertleri diye...

Mısır'da Müslüman Kardeşler örgütünü Hasan el-Benna kurdu ve geliştirdi. Benna çizgisindeki İslam yorumu nispi bir iyimserlik içeriyordu; daha ılımlı ve anlaşmaya daha açık bir yapıları vardı. Seyyid Kutub Müslüman Kardeşlerin lideri olduğunda örgütün inanç yapısında da epey bir değişiklik oldu. Kutub, İslam'ın aynı zamanda sermayeye, mülke, bütün zalim yönetimlere karşı bir din olduğu, uzlaşmanın asgari değil azami koşullar gerektirdiğini va'z ettiğinde coşkulu bir taraftar kitlesi oluştu. Hapishanede yazdığı "Fizilal'il Kur'an" adlı tefsiri tamamen modern bir yorum olmakla birlikte "hurafelerden ve bid'atlerden arındırılmış, Kur'an'ın asıl anlamına dönüş" olarak yorumlandı ve deyim yerindeyse klasik tefsirlerin pabucunu dama attırdı. Seyyid Kutub'un asıl ünü uzun bir tutukluluk sonrası idam edilmiş olmasının yanında, "Yoldaki İşaretler" adlı meşhur kitabından gelir. Bu kitap, sadece Mısır değil başta Suriye ve Türkiye olmak üzere bir çok ülkede etkili oldu. Kitap, çağdaş İslamcılar için gerçekten de yol göstericiydi. Müslümanların sistemle uzlaşarak, onların metodlarını kullanarak, demokrasinin nimetlerini kullanarak iktidara gelmek istemelerine bir reddiye idi. Hiçbir çağa ve öğretiye uyum sağlamamak, uzlaşmamak üzerine yapılandırılmıştı. Kitabın en meşhur sözlerinden biri şuydu: "Zalimin adı Muhammed de olsa zalim zalimdir." Neyse, amacım kitabı özetlemek değil. Kutub ve onun çizgisi asla "sistem"le uzlaşmayan ve bunu Peygamberin yaşantısına ve yöntemine bağlayan bir çizgiydi. Seyyid Kutub Türkiye'de "radikal İslamcı" tabir edilenlerin en muteber kabul ettiği isimlerden biriyken tarikatların, Nur cemaati ve türevlerinin pek bir uzağındaydı. MSP geleneği ise saygı duymakla birlikte hep mesafeli durdu. Çünkü MSP, tam da Kutub'un eleştirdiği metodları kullanıyordu. MSP ve isim değiştirerek devam eden diğerleri sistemle uzlaşmayı başaramadı. Ta ki, “artık onlardan biri değilim” diyen AKP gelene kadar.

Bugün olan nedir? Müslüman Kardeşler, düşünsel olarak Seyyid Kutub çizgisinden çıkıp el-Benna çizgisine döneli çok oldu. Bu, neredeyse AKP’nin sahneye çıkmasıyla paralel bir zamana tekabül ediyor. Sanırım BOP projesi bunu da içeriyordu. Uluslararası sistemle uyuşmayı her koşulda reddeden İslamcı grupların olduğu bir Ortadoğu kimsenin işine gelmezdi; var olanı değerlendirmek, dönüştürmek daha mantıklı kabul edildi. Yani İran devrim ihracatçısı Hizbullah yerine Hamas, iflah olmaz devrimci İslamcılar yerine adına uzlaşmacı denilen grupların baştacı edilmesi. Buna kısaca “ılımlı İslam” diyorlar sanırım… Ilımlı İslam sadece Türkiye’de değil Ortadoğuda da “ben oldum” havasına girdikçe hem içeriden hem dışarıdan uyarılar kaçınılmaz oluyor. Sadece Mısır değil öncesinde Irak, Suriye, Libya ve diğerleri de böyle değerlendirilebilir. Demokrasinin hiçbir bileşenin olmadığı Suudi Arabistan ve benzerlerinin ise zaten ABD uyumsuzluğu söz konusu olmadığı için, demokrasinin gelmesi gerekmiyor. Uluslararası aktörlerin bu bölgede en büyük yardımcısı illa ki “ılımlı İslam”cıların iktidar olduğu Türkiye. Bölgede bastığı her yerde deyim yerindeyse ot bitmez oldu Tayyip Erdoğan’ın. Kendi ikrarıyla BOP’un eşbaşkanı bu zatın, içeride güvendiği şey “dış mihrak”tan haberi olmayan, BOP’u bir roman kahramanı zanneden %50 dediği kesim. “Dış mihrak”larla ara sıra arasının bozulması da eşbaşkanlığı pek iyi yürütemiyor olması sanırım; durumu %50’ye farklı anlatsa da...

Aydınlanma, belki Türkiye’nin ortasından geçen bir teğet olarak değerlendirebilir, Ortadoğuya ise sanırım hiç uğramadı. Zihinsel dönüşüm yaşamayan Ortadoğulu toplumlar yaklaşık yüzyıl önce maruz kaldıkları “dış mihrak”ların etkisinden yine bir “dış mihrak” tanzimiyle kıpırdıyor gibi. Kimileri “daha çok İslam” isterken, kimileri ılımlı BOP’un gölgesinde serinlemenin herkese daha iyi geleceği görüşünde. Demokrasi? Demokrasi sadece ismini duydukları, ama hiç tatmadıkları bir meyve sadece. Dolayısıyla “dış mihrak”lar neyi idare edilebilir kıvamında sunarsa o meyveyi yemeye zorlanıyorlar. “Tadı zannettiğimiz gibi değilmiş” dedikçe de kimyasal enjekte edilerek yeni tad ayarlamaları yapılıyor. Arap baharı dedikleri bundan başka bir şey değil.

Sorun şurdaki, “eşbaşkan”ın çapı ne Türkiye’nin ortasından teğet geçmiş aydınlanmanın önemini anlamaya yetiyor, ne de “dış mihrak”ların bir eşbaşkandan beklentilerin ne olduğunu anlamaya. Eşbaşkanlar ve benzerleri (bkz. Mursi mesela) tam “ben oldum” havasına girdiklerinde, “evet fazla olmuşsun” denen ve dalından düşen kaysı gibidirler. Bu kaysılardan hoşaf da olmadığı için ya çöpe atılırlar ya da kurutulup kışın yenirler.

Bütün bu olanlar içinde Kerkük ve Doğu Türkistan hatırlanacak mı? Gıyabi namazlar dışında zannetmiyorum. Çünkü ne İslamcılara ne de eşbaşkanlık makamına böyle bir görev verilmiş değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder