30 Temmuz 2013 Salı

KAÇAK ve SÜRGÜN: İLYAS



  Tanrı, bizim acımasızca kıyımdan geçirilmemizi istemiş olamaz, diye üsteledi İlyas.
  Tanrı her şeyi yapabilir...
Paulo Coelho'nun en meşhur kitabı Simyacı'dır. En etkileyici olanı ise Beşinci Dağ. İlyas'ın sınanma hikâyesidir Beşinci Dağ'da anlatılan.
* * *
Ülkesinde bir uyarıcı olduğuna inanılmamış, ihanete uğramış, pusulara düşürülmüş, bir çok peygamber gibi kaçmak durumunda kalmış bir çulsuz. Varlık içinde, ama anlamını bilmeyen zalimler zalimi Yezavel'in öldürmeye yemin ettiği kaçak. Ama O'nu kahreden Yezavel'in kaçağı olması değil, Tanrı'nın da onu sürgün etmesi. Sürgün peygamberler çağında, "Yahudi değilsem bile Yahudalık da mı yok bende, kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan" (Of Not Being A Jew'den) mısralarını hatırlatır İlyas; üstelik o Yahudidir. Sırtını dayadığı duvar yıkılır, elini uzattığı su içilmez olur...
İlyas için sınanmanın ağırlığı çekilmez olunca bırakıp kaçmak gerekir elbette. Epey de kaçar aslında. Akbar'da, kocası ölmüş bir kadının merhametine sığınırken aşk da yanıbaşındadır. Ama İlyas çaresiz, İlyas bilmiyor. "Burda işim yok artık" deyince Akbar'dan dağları aşarak bir daha kaçmaktır onun işi; hep kaçak, hep sürgün. Elinde ateşten kılıçla dikilmeseydi Cibril, neredeyse başaracaktı da. Ama sordu kılıcı sallayarak: Gidebileceğini kim söyledi? Gözyaşı, yakarış. Ne çare, belli ki dönecek; kaçtığı günden yazgılı. Dönecek de, ne ev onun evi, ne şehir onun şehri, ne sevdiği kadın...
"Eve dönmek
kendime sarkıntılık etmekten başka nedir?
orada, arada bir beni yoklar
intihara ayırdığım zamanlar"

Kafasında sorular birbiriyle kavgalı. Anlamakta zorlanıyor: "Neden anlamıyorlar?" Daha acı vereni: "Tanrım, neden ben?" Anlaşıldı, iniş yolu çıkmaktan meşakkatli...
"Başa dönemezsiniz.
Öyle bir yol yürüdünüz ki ancak
dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz
inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine"
* * *
Asurluların yerle bir edeceği besbelli Fenike ve yerle bir olacak Akbar'da kocası ölmüş bir kadın ve babası ölmüş bir çocukla ne yapabilir ki; henüz kendine bir anlam verememişken?.. Bir anlam, yani bir ad. Hani "İsrail olsun senin adın" demişti ya Tanrı Yakup için; belki İlyas'a da verirdi bir ad ve kutsardı onu da böylece. Ama İlyas ne yapsın ki, vermiyor işte. Ne kadar ağlasa da, ne kadar yalvarsa da...
  Tanrı, ufuktaki palmiye ağaçlarını gösterip çölün ortasında susuzluktan öldürecek kadar acımasız olabilir mi?
  Tanrı her şeyi yapabilir...
* * *
Yerle bir olacağı besbelliydi, ama bırakıp gitti İlyas. Döndüğünde anlayacaktı neden sürgün edildiğini. Döndüğünde görecekti, harabe bir şehir, ölüm kokuyor dört bir yanı. Yıkıklar altında bir kadın. Sevdiği kadın. Merhametli kadın. Şefkatli kadın. Geride kalmış bir çocuk, adı Elyasa; hem yetim, hem öksüz... İlyas, isyankâr İlyas, küfrü yüreğinde biriktiren İlyas...
"ben kalbime döneceğim fokurdayıp pörtlemek için
hep fokurdak ve pörtlek kalacağım kalp içinde
canı sıkkın kızların yüzlerinden
döşünden ahı kalmış delikanlıların
dünyaya habire pörtleyeceğim
evlerin olanca tınısı dindiği zaman
kısıldığı zaman bütün şarkıların kanatları
fokurtum dokunacak herkese yedi ırkın kavşağından"
* * *
Şimdi anladı İlyas, Akbar yerle bir olduğunda anladı. Sevdiği kadın öldüğünde anladı. Elyasa yetim kaldığında anladı: Onun işi vaaz vermek değil, inşa etmekti. Elyasa'nın şehrini...
Herkesin ümidini kesip cesetlerin içinde, harabelerin gölgesinde yaşadığı bir şehirde tek başına çabaladı. Boş bir çabanın içinde olduğu söylendi kendisine. Ölülerin içinden başını kaldırıp baktığında, yıkılmamış tek bir duvarı kalmamış şehir dört kitap hükmünde vahiy oldu göründü gözüne: İnşa et!
Dua dedi. Oturmayın, kalkın ve dua edin...
Her biriniz bundan böyle kendinize yeni bir ad vereceksiniz. Bu, her birinizin ne adına savaşmayı düşündüğünüzü simgeleyecek kutsal bir ad olacak. Ben kendime Kurtuluş adını seçtim.
Hep öyle olmuştur ya, önce bir kadın anladı İlyas'ın duadan kastını. Usulca doğruldu ve,
– Benim adım Kavuşma, dedi.
– Benim adım Bilgelik, dedi yaşlı adam doğrulmaya çalışırken.
Ve İlyas'ın sevgide paha biçemediği, İlyas'ın oğlu olmayan biricik çocuğu, yetim Elyasa'nın gözleri ışıldadı:
– Benim adım Alfabe.
* * *
İlyas, anladı "soru sormak nereye sürüklermiş insanı". İlyas sevmenin ne olduğunu anladı. Öğrendi sonunda yakarmanın ne olduğunu. Öğretti de, hem de ümidi tamamen tükenmiş yüreklere: Kalkın ve inşa edin.
Beşinci Dağ'ı tam aşacakken Cibril elinde ateşten kılıcıyla "dön ve öğren" demişti ya, İlyas sonunda anladı:
"İnsanın bilmesi gerekir (...) Yoksa, doğru yola Tanrı tarafından döndürülme tehlikesiyle karşı karşıya kalırsın..."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder