22 Ağustos 2013 Perşembe

ANADOLU TÜRKLERİNİN HAYALLE İMTİHANI

Suriye ve Mısır’dan sonra bir açık eleştiri de Irak’tan geldi. Ahmet Hakan’ın yerinden yazdığına göre Iraklı yetkililerin şikâyetleri şöyle: İstihbarat elemanlarımız Irak’ın içişlerine karışıyormuş. Teröristleri eğitiyor ve her türlü desteği veriyormuşuz. Irak yargısının aradığı adamları koruyormuşuz… Adamlar bilmiyor mu sanki, bütün yasalarımızın “terörist” dediği ve Türk yargısının aradığı adamları da sağ salim dağlarına kavuşması için elimizden geleni yapıyoruz...
* * *
Ortadoğu’daki şii unsurları temizleme ve İran’ı kendi sınırlarına hapsetme, yalnızlaştırma işi Eşbaşkanı olduğumuz BOP’un bir gereğiydi. Bunu farkettiğinden beri İran’la aramız bozuk... Azerbaycan’la aramız 10 yıldır limoni...

Suriye’de El-Kaide ve türevleriyle işbirliği halindeyiz. Ellerinde silahlarla bizim topraklarımızda, bizim kaymakamlık makamımızda poz verebiliyorlar. Tekbir eşliğinde şii kafası kesen, insanların ciğerlerini söküp kendini Allah’a yakınlaştıran Özgür Suriye Ordusu ile dostuz. Ki bu ÖSO’cular Adana’da sarin gazıyla geziyorlardı. PYD ile ara sıra dost, ara sıra kavgalıyız. Bir şekilde bütün terör örgütleriyle resmi olarak bir ilişkimiz var...

Mısır’da olup bitenler bizim BOP’umuz değilmiş gibi sağa sola saldırıyoruz. Eşbaşkanlığı elimize yüzümüze bulaştırmamızla oluşan tablo karşısında işi olağan düşmanlara, İsrail ve benzerlerine atıp iman tazeleme peşindeyiz... Bunu seçmen yiyebilir de, dünya yer mi acaba?

Irak’ın merkezi hükümetiyle, hükümetin başı şii olduğu için kavgalıyız. Irak’ın kuzeyi, yıllarca toprağımıza ve insanımıza kastetmiş teröristlerin yatağı iken komşularımız içinde aramızın iyi olduğu tek yer. Ki orada Türkmenler katledilirken gıkımız çıkmıyor. Öldürenlerin dostumuz, öldürenlerin şii olmaları sesimizi çıkarmamamız için bir neden belki, ama sanırım Hükümetimiz için ölenlerin Türk olmaları yetiyor ses çıkarmamak için...


* * *
Bütün Müslüman komşularla kavgalı iken nasıl bölgenin en iyisi olacağız da İslam alemine liderlik edeceğiz? Yapabileceğimizi düşünenler var. Olgulara ve dış politika gerçeklerine değil hayallere inanan. Başbakan, içeride Davutoğlu ve benzerleri, dışarıda BOP’çuların gazıyla Yavuz Selim zannediyor kendisini. Bütün şiileri temizleyecek, sünni alemini birleştirecek, yeniden halifeliği canlandıracak ve kocaman bir Sünni İslam imparatorluğu kuracak. İslamcılığı Erdoğancılıkla eşleştirmiş kimi İslamcı yazarlar yandaşlarını buna hazırlıyor ağırdan ağırdan...
* * *
İçeride yasaların terörist dedikleriyle kankayız. Dışarıda sivil katleden, ciğer yiyici teröristleri besliyoruz. ABD İsrail’in bir numaralı dostu. Biz İsrail’le kavgalıyız, ama ABD BOP’unun eşbaşkanıyız. Yine de Allah için, Müslümanlar için, hatta tüm insanlık için savaşıyoruz. Bayağı enteresan bir ilişki...

Bu süreç kimi nereye sürükler bilmiyorum. Ama Türkler bu akıl tutulmasına ilk seçimde dur demezse ne olacağı üç aşağı beş yukarı belli. Necmettin Erbakan ölmeden bir süre önce şöyle demişti, “Bundan önceki seçimlerde daha iyi mi yönetileceğiz, daha kötü mü yönetileceğiz seçimi vardı; bu seçim ise var mı olacağız, yok mu olacağız seçimidir (...) AKP’ye oy vermek, cehenneme bilet almak gibidir.”

Cehenneme bilet alma kısmıyla ilgilenmiyorum, rahmetli bu tür şeyleri iyi kullanırdı. Ama meselenin dediği gibi, iyi mi yönetileceğiz, kötü mü yönetileceğiz olmaktan çıktığı ve var mı olacağız, yok mu olacağıza dönüştüğünü görmek ve göstermek lazım.

Bu içeride son gelinen noktada komşuyu komşuya ispiyonlatan, dışarıda binlerce kilometrelik sınırlarımızı güvenilmez hale getiren, dostu geçtik selam alacak komşu bırakmayan, ulusaşırı taşeronluk politikaları yıllar sonra tarih kitaplarına “Anadolu Türklerinin Tarih Sahnesinden Çekilişi” başlığıyla girebilir.


* * *
Toplam 8 sezon sürmüş, tüm dünyada izlenme rekorları kırmış 24 adlı dizinin her sezonunda bir terör eyleminin kahramanımız Jack Bauer (Polat Alemdar, berbat halde çakma bir Jack Bauer’dır) tarafından sonlandırıldığını izleriz. Dizi, hukuki ve ahlaki ilkelerden taviz vermeyen Amerika reklamıdır aslında. Ama kendini çimdikleyerek yapar bunu. Bazen first lady, bazen başkanın çocuğu hukuk dışına çıkmakta ve ihanet edebilmektedir. Bazen de Başkanın bizzat kendisi vatan haini olabilmektedir... Dizinin birçok sezonunda teröristler Ortadoğulu Müslümanlardır. Her defasında kahramanımız olayı çözer ve gösterir ki arkalarında Amerikan derin yapılanmaları vardır. Birinde de Müslüman teröristlerin arkasından Rusya ve Amerika’daki işbirlikçileri çıkar. Müslüman teröristler inanarak yaparlar işlerini. Sadece biri gerçeği bilir, o da çoğu zaman para için yapmakta, diğerlerini aldatmaktadır. Gel gör ki işin ucu Amerika Başkanına da uzansa Jack Bauer affetmez...


* * *
Sahi o kadar terörist grup o kadar silahı nasıl satın alıyor? Kimyasal ve biyolojik silahları bile olan bu teröristler hangi paralarla temin ediyorlar bunları? Binlerce üyesi olan bu örgütler o kadar insanın geçimini nasıl sağlıyor?

Adana’da sarin gazıyla gezinen ÖSO’cular ne oldu? Ucu nereye dayandı ki medya bu işin peşini bıraktı?..

20 Ağustos 2013 Salı

TENCERE TAVA - ADALET ve KALKINMA


Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakan sıfatıyla söylediği "Tencere tava çalmak suçtur. Görenler kanun namına komşusunu ispiyonlasın inşallah" anlamındaki sözlerini ciddiye alan bir "milletsever" komşusunu ispiyonlamış. İspiyoncuyu ciddiye alan savcı "3'ten başlayarak 12 aya kadar hapsedelim, elinizi korkak alıştırmayın hakim bey" deyü dava açmış. Bu mantığı ciddiye alacak hakim çıkar mı bu memlekette? "... Suç olduğuna göre, niçin hakkını savunmuyorsun kardeşim? Senin apartmanında tencere-tava çalan mı var, hemen yargıya taşı bunu" diyebilen bir insanın devlet adamı kılığında dolaştığı bir memlekette adalet görünümünde bir hüküm veren de çıkacaktır illaki...



ANLAMAK İSTEMİYOR
Bir hükümetin yanlışlarını ve eksiklerini göstermek, bunu yapan kişiye dürüstlük ve kendine güven dışında pek birşey kazandırmaz. Ama dinleyen ve anlayan hükümet için paha biçilmez birşeydir muhalif düşünce. Hükümetin zaaflarını farketmesi, adına "idare" denilen mekanizmayı olgunlaştırması için eleştirel yaklaşıma mutlaka kulak kabartması gerekir. Bir hükümet, kendisinin de eleştirel bir yaklaşımdan neşet etmiş bir siyasi parti olduğunu unutmamalıdır. Eğer amaç daha çok demokrasi ve demokratik bir cumhuriyetin daha sağlam inşası ise muhalif düşünce baskı altına alınamaz, alınmamalıdır. Başbakanın sık sık öne çıkardığı, "gücün yetiyorsa Meclis'e gir konuş, yoksa susturmasını biliriz" tavrı, iki şeyden biri olsa gerek: Ya demokrasinin ne olduğunu bilmiyor, bilse böyle konuşmaz ya da amacı zaten demokrasinin inşasına hizmet etmek değil. Başka seçenekler de var, ama bağlam dışı...

* * *
Ergenekon, Balyoz ve türevleriyle ortaya karışık bir muhalif avı yapıldı ve başarıyla neticelendirildi. Geriye kalan muhalifler "Yoksa sen de mi onlardansın? Evet evet belli ki onlardansın" tehdidiyle uyarıldı. Adına Ergenekon denilen ve kendi içinde bile organik bütünlük oluşturmayan, neredeyse kavramsal düzeyde bir örgüte bağlı olmakla suçlanır hale geldi her muhalif...

Geriye kalanlar bir ağaç gölgesinden cesaret bularak atıldıkları meydanlarda kimi zaman satırla, çoğu zaman gazla terbiye edilmeye çalışıldı. Kimi zaman da öldürülerek...


Geriye kalanlar memnuniyetsizliklerini ifade edecek bir alan bulmakta zorlanıyor. Şu gâvur icadı internet, özellikle "baş belası" olduğu besbelli twitter ve facebook da olmasa içini dökecek alan bulamayacak insanlar. Ne var ki oralarda da çok rahat olunduğu söylenemez. Eleştirel cümlelere "bak öldürürler haa" diye cevap yazanlar, "kesin ergenekoncusun" diye hüküm bildirenler var. Üstelik bunu yapanlar siyasi kimliği olanlar, akademisyenler ve yazar çizer takımı... Neredeyse sokaktaki yürüme biçiminden insanların muhalif olduğuna kanaat getirip ceza kesecekler. "Gözünün üstünde kaşın var" diyeni düşman belleyen muhafazakâr demokrat bir iktidarımız ve onu muhafaza etmeye çalışan inanmışlarımız var. Cumhuriyet tarihinde hiçbir iktidar bu kadar kutsal sayılmamıştı. Cumhuriyet tarihinde bütün kirli işlerine rağmen hiçbir hükümet bu kadar bölücülük yapmamış, hiçbiri "komşunuzu şikâyet edin" diye saçmalamamıştı. Hiçbiri, saçma sapan uygulamalarını "memleket hayrına" diye böyle büyük çapta yutturamamıştı.

Bu memlekette bütün siyasi saçmalıklar nihayetinde alt üst edildi. Bunun en güzel örneği 3 Kasım 2002 seçimleridir. Gel gör ki kendisini ortaya çıkaran süreci anlayamayan adamlar memleketi de aşıp cihana nizam vermeye kalkıyor. Oysa saçmalamanın da bir limitinin olması gerekir.

* * *
Tavsiyem şudur; memleket hayrına herkes birbirini ispiyonlasın. Yüzde elli içeri girerse memlekete en ilerisinden adalet gelir ve en azından diğer yüzde elli kalkınmış olur ve tarih bu iyiliğimizi unutmaz. Hem seçim vakti bir yüzde elli içeride olur ve diğer yüzde ellinin yüzde doksanı sandığa giderse, "adalet ve kalkınma" yüzde doksanlık bir rekor kırarak siyasi tarihe geçebilir. Bu da her millete nasip olmaz hamdolsun... Tek sorun, "İçeride zıkkım yiyin, bir de sizi mi besleyeceğiz" diye memlekete yaptığımız bu kıyağı başımıza kalkmaları...


15 Ağustos 2013 Perşembe

MUHAFAZAKÂRLIĞIN KUTSAL KIÇI

Ortadoğu’da olup bitenlerin bizdeki yansımalarını geçersek ülke gündemi yine standart sapma eğiliminde. Merdivenlerden kızlı erkekli çıkmalar, yurtlarda kızlı erkekli yemek yemeler ve daha birçok şey. Hele rakıya henüz dokunulmuşken bir de rakılı türkülere dokunmak günlerce konuşulan şeylerden biri oldu. Bütün bunlar Müslümanlık ve muhafazakârlık adına, onları yüceltmek adına gündeme getiriliyor. Bunları her gündeme getirdiklerinde arka planda mutlaka bir şeyler dönüyor. Eskiden de çakma gündem yaratılarak bir şeyler örtbas edilirdi. Ama hiç bir gündemin içine bu kadar hoyratça edilmemişti. Hiç bir dönemde hayali bir muhafaza cephesi açılmamış, insanların değer kabul ettiği şeyler bu kadar sömürülmemişti. Daha kötüsü hiç sıradan olan bu kadar yüceltilmemişti...
* * *
“Daha kaç gün önce barış sürecinin üçüncü aşamasını açıkladılar ve bu aşama gereği Karayılan ve gibilerinin siyasete gireceğini, girmesi gerektiğini dillendirdiler” dediğimde muhafazakâr arkadaşımın zihninde bir şey canlanmadı. “Boş ver sen şimdi onu, Hükümetin bir bildiği vardır” dedi. Rakılı türküler ve kızlı erkekli gündem maddeleri o kadar gözüne gözüne sokulmuş ki aklı fikri orada: “Kızlı erkekli yemekhane toplum yapımızı bozmuyor mu?”
Toplum yapımız? Kimine göre mazbut, kimine göre muhafazakâr. Nedendir, ikisi de hiç itimat telkin etmiyor bana...
Nedir bizi muhafazakâr yapan şey? Muhafazakârlık tersine inşa edilmeye çalışılan bir saçmalığın adı olmasın sakın?..
* * *
Ankara’yı bilenler Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan binaların iyi kötü bir estetik kaygı güttüğünü, bir mimari anlayışa sahip olduğunu bilirler. “Demokrasinin gelmesi”nden sonraki yapılaşmayı da bilirler. Her tarafından ucube binaların sökün ettiği, tabela yığını, sonradan görme bir şehir havasındadır şimdilerde...
Sivas’ta, Konya’da, Bursa’da hangi mimari, sanat geleneği muhafaza edilmektedir?
İstanbul? “Ecdad” deyip durmalarına kanacak mıyız? Ecdad içi boş, kof bir söylemdir. Hiçbir millet tarihine bu kadar hainlik etmemiştir. Ormanları betonlara boğdurulmuş ve halâ da boğdurulan, ne müzik, ne resim, ne mimari, ne edebiyatından eser kalmamış bir İstanbul’un artık sadece adı İstanbul’dur. Osmanlı bunların hiçbirini Anadolu’ya taşıyamamıştı. Ama artık bugün Anadolu köylü kültürü İstanbul’un bütün değerlerine nüfuz etmiş durumdadır. Ne Selçuklunun, ne de Osmanlının hiçbir dünyevî işini inadına anlamak istemeyen, kendi köylü kültürünü bir üst kültür olarak fiili bir durumla dayatan neyi muhafaza etmektedir? Muhafaza ettiği şey, en basitinden kadınları nesne olarak gören aptal ve ilkel kültürünün muhafazası olmasın?
Sağa sola yalpalamanın anlamı yok. Köylü kültürü üst kültür üretecek donanıma sahip değildir. Ancak, onun içine edecek donanıma sahiptir. Üretilen medeniyeti, üst kültürü köylüye götürmenin, üstüne üstlük onun tahrif edilmesine göz yummamanın adı olması gerekirken, köylü kültürünün üst kültürün içine etmesine seyirci kalmanın, hatta içine edenlere sahip çıkmanın adıdır bugün muhafazakârlık. Siyasi olarak karşılığı, açtığı onca çığıra rağmen Demokrat Parti, ANAP ve onların takipçisi olduğunu söyleyen AKP’dir. Sosyal olarak karşılığı, Sultanahmet’ten Aksaray’a yürürken kaldırım taşlarında göreceğiniz tükürük ve sümük kümeleridir. İbadetleri yerine getirmek anlamında dindarlıkla hiç mi hiç alakası yoktur; sapına kadar köylü kültürünün yüceltilmesidir.
Bugün coğrafyası ve nüfusu tehdit altındayken, bütün tarihi varlıkları, yani medeniyeti ve kültürü; mimarisi, müziği, edebiyatı iğdiş edilmiş, sanatının içine tükürülmüşken, içinde rakı kelimesi geçen türkü dinlememek, kız çocuklarının giyeceği eteğin boyuna takmaktır muhafazakârlık. Irzına geçilmemiş tarihi ve kültürel değeri kalmamışken genç kızların bekâretinin kutsallığıdır bugün muhafazakârlık...
* * *
Tuğrul Bey, Halifeden kızı Seyyide Hatunu ister, ama Halife “daha düne kadar bilmem hangi puta tapan, yurdundan fırlamış bir Türk’ün, soylular soylusu Halifenin kızını hangi cüretle istediğini” sorgulamaktadır.
Halifeyi ikinci ziyaretinde Tuğrul Beyin Veziri ve Halife arasında geçen konuşmayı Amin Maalouf Semerkant’ta şöyle anlatır:
— Bundan birkaç ay önce, cevabın olumsuz olabileceğini düşünerek, Sultanı hazırlıklı kılmak istedim. Ondan önce hiç kimsenin böyle bir istekte bulunmaya cesaret edemediğini, böyle bir gelenek olmadığını, herkesin şaşıracağını söyledim. Verdiği cevabı asla tekrar edemem.
— Korkma, konuş!
— Halife Efendimiz beni affetsinler, o sözcükleri tekrar edemem.
— Konuş, emrediyorum, hiçbir şeyi gizleme!
— Sultan önce, bana hakaretler yağdırdı. Beni sizden yana, kendisine karşı olmakla suçladı. Beni prangaya vurmakla tehdit etti. Vezir bile bile kemküm ediyordu.
— Sadede gel! Tuğrul Bey ne dedi?
— Sultan buyurdu ki: “Şu Abbasiler tuhaf herifler! Ataları, dünyanın yarısını fethettiler, en bereketli kentleri kurdular. Bir de bugünkü hallerine bak! Ellerinden imparatorluklarını alıyorum. Razı geliyorlar. Başkentlerini alıyorum. Mutluluk duyup beni hediyelere boğuyorlar. Halife de bana “Tanrının bana verdiği bütün ülkeleri sana veriyorum, bana emanet ettiği bütün Müslümanları sana teslim ediyorum” diyor. Sarayını, kendini, haremini korumam için yalvarıyor. Ama iş kızını istemeye geldiğinde, isyan edip, onurunu korumak istediğini söylüyor. Uğruna savaşmak istediği tek yer, bir bakirenin kıçı mı?”

5 Ağustos 2013 Pazartesi

İSTANBUL’DAN ADALET GELMİŞ ANKARA’DA BİR BAYRAM HAVASI

Ergenekon davasında kararlar açıklandı. Ülkemize buram buram demokrasi geldi. Tek Parti diktatörlüğüne alışmış bünyelerde aşırı bulantı, çarpıntı ve kusmaya yol açması muhtemel tatlı bir esintisi var. Bundan gayri hiçbir kimse ülkenin demokrasi aydınlığını karartamayacak. Demokrasi karşıtı ne kadar asker, bürokrat, siyasetçi, yazar, gazeteci varsa içeri tıktık. Tıkamadıklarımızı işinden kovdurttuk. Onlar sürüm sürüm sürünürken ülkemiz demokrasi zengini olacak. Çünkü ülkeye adalet geldi. Büyük büyük filozoflar ve iktisat düşünürleri “eğer bir ülkeye adalet gelirse, demokrasi ve refah kaçınılmaz olur” demektedir...


Başbakan'ın “Taraf olmayan bertaraf olur” diye kükremesinin üstünden üç yıl geçti. Yüzde onluk bir açıyla da dursa karşısında duranları bertaraf etti, ediyor, belli ki edecek. “Ergenekon ve Balyoz davalarıyla darbeci askerler bertaraf edildi” diye zekâ gösterisi yapmaya gerek yok. Gazeteciler, medya patronları, iş adamları, en önemlisi hukuk bertaraf edildi, ediliyor, edilecek...    
* * *
İlker Başbuğ tutuklandığında “terör örgütü kurmak ve yönetmek”le itham edildi. Adam, Genelkurmay Başkanlığı yapmıştı. Dünyanın en büyük ordularından biri kabul edilen Türk ordusunun başında iken, bir sabah kalktığımızda her tarafın tanklarla tutulduğunu gösterebilecekken bir eylemi olmamış, emekli olduktan sonra bu gerekçeyle tutuklanmıştı. Mahkeme, yönettiği örgütün hangi örgüt olduğunu olgu ve olaylarla belgeleyemedi. Ama olsundu; PKK'lı Şemdin Sakık'ın gizli tanıklığı, savcının ve hakimlerin hayalgücü yetmeli değil mi böyle davalar için?.. O süreçte Selahattin Demirtaş, bir general için “onbaşı” demiş, gazetelerde ve televizyonlarda günlerce eleştirilmişti. Birkaç gün sonra Demirtaş'ın söylediği yılın lafıydı bence: “Savcılar Genelkurmay Başkanına, yüzlerce generale terörist başı diyor kimsenin zoruna gitmiyor, ben onbaşı deyince mi zorunuza gidiyor?” Dağılın beyler, adam haklı...

İşte o teröristbaşı “Örgüt faaliyeti çerçevesinde cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek” suçundan müebbet hapse mahkûm oldu... Türk milleti, oğlunu davulla zurnayla gönderip emanet ettiği Silahlı Kuvvetlerin en tepesindeki insana teröristbaşı denmesine o gün hiç içerlemedi, laf etmedi. Bugün eder mi? Etmez. Diğer teröristbaşı, –afedersiniz, o Ergenekoncuların yakıştırmasıydı sahi–, düzeltiyorum, “sayın İmralı”, Başbakanın himmetiyle kocaman LCD televizyonunda takımının maçlarını izliyor. Ligler bittiğinden beri, canı sıkıldıkça “dışarıda daha faydalı olurum, bak valla” diye haberler uçuruyor. Neyse ki ligler başlayacak... Başbuğ? Başbuğ zaten yetmiş yaşına gelmiş, takımının maçlarını seyretmeyi bırakıp namaza niyaza başlasa iyi olur...
* * *
Adı, Mustafa Levent Göktaş. Emekli Albay. İngilizce, Arapça ve Rusça biliyor. Derin su dalgıçlığında üç dünya şampiyonluğu var. Beşyüz'e yakın çatışmaya girdi. Üç defa “Üstün Cesaret Madalyası” aldı. İşletme fakültesinde yüksek lisans yaptı. Hukuk fakültesi bitirdi. Emekli olduğunda avukatlık yapmaya başladı. Bir sabah bürosunda arkadaşlarıyla haberleri izlerken, bilmem kaçıncı Ergenekon dalgasının görüntüleri yayınlanıyordu. Arkadaşları “Abi sen ne diyorsun bu işlere? Çok abartılmıyor mu?” diye sorduklarında, “Bir şeyler var ki operasyon yapılıyor” diye cevapladı. Bu cevaptan yarım saat sonra ofisi basıldı. Ergenekon davasının en sıkı delillerinden kabul edilen bir DVD O'nun ofisinden çıktı. Anlaşıldı ki birçok kişiyi fişlemiş. Mesela Yargıtay üyelerini fişlemişti, ama gelin görün ki kendi eşi de o listenin içindeydi. Listeyi yapanlar işte bu kadar özensiz yapmıştı, ama o aziz denen Türk milletine yutturdular... Mesai arkadaşım bugün Göktaş’ın eşini aradığında ağlamaktan konuşamaz haldeydi. Tabii ki sevgili eşinin insanları fişlerken kendi ismini listenin başına yazmasına değil, eşinin 20 yıl 9 ay aldığı cezaya ağlıyordu.

* * *
Başbakan'ın Apo “hazret”leri, Ergenekon için “Siyasal İslamcılarla Kemalistlerin iktidar kavgasıdır. Sizler taraf olmayın” demişti. Birinci cümlesi, bulunduğu yerden bakınca fena bir okuma sayılmaz; ama ikincisi tam da pusuya yatmış bir çakal cümlesi.

Şimdi kafamda bazı sorunlar ve sorular var:

1. “Barış” sürecinin bilmem kaçıncı aşamasına göre; şehitlik doğuracak eylemde bulunmayan, yani Türk askerini veya polisini öldürmemiş PKK'lılar devlet kredisiyle iş sahibi olacak ve topluma kazandırılacak. Bu hukuk muhakemesine göre adam öldürmemiş PKK'lı, masum PKK'lıdır. (Herhalde PKK'lılara verilecek krediyi Başbakan ve Kabinenin diğer üyeleri babalarının cebinden vermeyecekler.)

2. Sadece örnek olsun diye söylüyorum, Mesela Levent Göktaş'a kaç operasyondan dolayı öldürdüğü kaç PKK'lı için 20 yıl 9 ay ceza verdiler? 500'ün üzerinde operasyon yapmış bir albay için az değil mi bu ceza? Mesela Erol Manisalı'nın kaç kişiyi öldürüp de 9 yıl 8 ay ceza aldığını gerekçeli kararda açıklayacaklar mı?

3. Danıştay saldırısı, Ergenekonun en önemli dayanaklarından biri kabul ediliyordu. Süleyman Esen'in beraati ne iş? Sabah akşam kafamızın etini yiyen adına gazeteci denen, ama yavşaklığı konusunda birçok insanın görüş bildirdiği yalaklar çıkıp bu konuda da yorum yapacak mı?

4. Yıllardır kafamızın etini yiyip durdular: PKK'yı Ergenekon yönetiyor. Eğer böyle ise “barış” için neden APO ile görüşülüyor ki? En yüksek Ergenekon cezasını kim almışsa artık görüşmelerin onunla yapılması gerekmez mi? Gerekmiyorsa yıllarca bunu yazıp çizen, toplumun kalbinde yaralar açan gazeteci, akademisyen, aydın görünümündeki eşşeoğlueşşeklerin çıkıp bunun mantığını açıklaması gerekmez mi?

* * *
Bu akşam televizyonlarda ve yarın gazetelerde verilecek demokrasi ve adalet vaazlarını sakın kaçırmayın. Allah şimdiden kabul etsin. Bu adaletten sonra gelecek demokrasi refahı bizi iliklerimize kadar saracak. Artık kusana kadar adalet yiyip demokrasi çıkarmanın vaktidir. Zaten fena haldeydik; inşallah süreç tamamlanınca fillah da olacağız hamdolsun...

2 Ağustos 2013 Cuma

BADEM ORDU SARKIK ORDUDAN EVLA MIDIR?

Sahte Çürük Raporu davasının gerekçeli kararında, hâkim bey içindekileri kusmuş ve Türk askerlik sisteminin ne kadar insanlık dışı olduğunu raporlamış. Herhalde birçok insan gibi hâkim beyin askerliği de kötü geçmiş. Babası mı tatil kıvamında geçeceğini söyleyip kandırmış bilmiyorum, ama bir hayal kırıklığı içinde olduğu kesin...

Türkiye’de askerlik, kölelik ve angarya imiş (ki Anayasa angaryayı yasaklıyormuş). Avrupa’da hiç böyle değilmiş. Elin memleketinde herkes paşalar gibi askerlik yapıyor, üstüne para bile kazanıyormuş. Türkler, askerlere para vermediği gibi, ekonomi için en verimli çağında insanları askere alıyormuş. Askerdeki nüfus hariç, resmi rakamların yüzde 9.2, ekonomistlerin yüzde 12-13 dediği işsizlik oranları hâkim efendinin anlayacağı şeyler değil anlaşılan...

* * *
Hükümetin yıllardır düşündüğü, kamuoyunda tartışmaya açtığı biçimde bir askerlik Hâkim beyin istediği biçimde bir askerlik olur mu şimdilik bilmiyorum, ama Hükümetle Hâkim beyin aynı amaca hizmet ettikleri belli. Ayrıca Genelkurmay Başkanlığı tarafından hazırlanan Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Yasa Taslağı’nın da Hükümetin isteğiyle yapıldığı besbelli. Bu taslak yasalaşırsa artık subay ve astsubay olmak için “sadece Türk vatandaşı” olmak şartı yerini “Başka ülkenin vatandaşları da aynı zamanda Türk vatandaşı ise...” şartına bırakacak. Ne var ki bunda, İngiliz vatandaşından bilmem ne bakanı, Amerikan vatandaşından Başbakan olunduğu bir yerde başka bir ülkenin vatandaşı da Genelkurmay başkanı olabilmeli, diyebilirsiniz... Bir yandan askerlik angarya diye düşünürken, bir yandan devşirme askerlik sistemine geçme hazırlığında mıyız acaba?



Metehan’ın sarkık bıyıkları

Ona ait olup olmadığı, sözün böyle söylenip söylenmediği tartışmalıdır ama Bilge Kağan’a atfedilen (d.684 – ö.734) meşhur sözdür: Ey Türk! Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir!.. Evet Bilge Kağan, sence kim bozabilir?..

Metehan, neden babası tarafından Yüeçilere rehin gönderildiğini anlayacaktır: Babası Teoman, Metehan yerine Çinli eşi Yenşi’den olan oğlunu tahta çıkarma planları yapmaktadır. Oysa Türk töresine göre, Türk bir kadından doğma birinin tahta geçmesi gerekiyordu ve Teoman Metehan’ı dışlayarak bu töreyi çiğnemekteydi (Bu töreyi bozanlar için bkz.: Anadolu Türkleri). Neticesinde, babası dahil bütün aileyi öldürüp nasıl Kağan olduğunu tarih kitapları ayrıntısıyla yazmaktadır. Sonrasında Metehan, kendisinden 2200 yıl sonra bile örnek alınan disiplin, düzen ve itaat üzerine kurduğu ordu ile büyük bir güç haline gelmiştir. Bunu yaptığında, yıl İsa’dan önce 209’dur.

Metehan’ın ırkçı biri olduğunu söyleyebilirsiniz. “Bu devirde böyle şey mi olur” diyebilirsiniz. Ancak bunu derken, mesela “Tansu Çiller’i ABD Başkanı yaparlar mıydı?” sorusunu da cevaplamanız gerekebilir...

* * *
Sağa sola kıvırmanın anlamı yok. Yapılmak istenen, Fuhuş Çetesi, Ergenekon ve Balyoz gibi belgelerinin uydurukluğuyla her tarafından dökülen davalar bahane edilerek 2222 yıllık bir askeri yapılanma geleneğini değiştirmektir. Hüseyin Çelik’in sarkık bıyık yerine badem bıyık istemesinin nedeni sayısız ödül sahibi Albay Levent Göktaş’ın bıyıklarına gıcık olması mı dersiniz? MHP’liler mi? Türkeş’in bıyığı yoktu. Bahçeli’nin de yok. Tanıdığım MHP’lilerin yüzde 90’ında da yok. Ama o sarkık bıyıkların kaç bin yıldır neyi temsil ettiğini Çin kaynaklarına bakarak anlayabilirsiniz...


Ermeni tarihçi Urfalı Mateos (952-1136), “çekik gözleri, uzun saçları ve sarkık bıyıklarıyla geldiler” diye kimi anlatıyor dersiniz?

* * *
Badem bıyıklılar gibi kıl fetişisti değilim. Bıyık bırakmayı da sevmiyorum. Ama kıla karşı olunacaksa bunu kılı kutsallaştıranların yapması komik olur. “Yüzüne sürersen cennete gidersin” küfrünün içinde boğulurken sarkık bıyığa laf etmek neyin nesidir? Hüseyin Çelik ve gibilerinin ellerine geçen her bahanede, her fırsatta Türklüğe amiyane tabirle “geçirme” dertleri var; artık dertleri, yaraları ne ise, kıldan tüyden bahane bile bulabiliyorlar. Hem tarihsel anlamda hem de güncel anlamda Türklükle bir sorunları var. Bakmayın “ecdadımız” deyip durmalarına; ecdattan kasıtlarının içinde asla Metehan yoktur. Hava atmalarına bakmayın; Alp Arslan, Selçuk, Çağrı gibi Türk isimleri de yoktur…

Hangi dini, tarihi, kültürel saçmalıklar bu ülkede Türk yokmuş gibi davranılmasını gerektiriyorsa, hangi saçmalıklar badem bıyığın sarkık bıyıktan evla olduğunu öğütlüyorsa, bunun büyük bir yanılgı olduğunu acı bir biçimde tecrübe etmeyiz umarım. Herkesin aşiretiyle övündüğü, aşiretine dini, kültürel, askeri tarih yazma peşinde olduğu bir dönemde “Türküm” demenin ayıp, utanılası, iğrenç bir şey gibi sunulması, bilinçaltına yerleştirilmeye çalışılması Türk’ün kaldırabileceği birşey zannediyorsanız, yanılıyorsunuz...

Badem bıyığı hangi hâkimlerin, hangi din soytarılarının, hangi siyasilerin meşhur ettiği cümle alemin malumudur. Ama o kaşımaya çalıştığınız sarkık bıyıkları meşhur eden bugünün çocukları değil, Metehan’dır. Metehan imgesinin dalga geçebileceğiniz bir imge olmadığını ve sarkık bıyığın hafife alabileceğiniz bir simge olmadığını kaç bin yıllık tarihe bakarak göremiyorsanız, şimdi görmek için de can atmamalısınız bence...


* * *
Vatandaş: Şehit cenazesi görmek istemiyoruz…
Başbakan: Askerlik herhalde yan gelip yatma yeri değil…

Ben: Badem bıyığın sarkık bıyıktan evla olduğunu ima bile edenler haindir!..