31 Aralık 2013 Salı

YAZIK ETTİ KENDİNE, AMA EN ÇOK ÜLKEYE

Sevelim, sevmeyelim; yollar, köprüler, barajlar, fabrikalar kralı Demirel (ki bildiğim kadarıyla Güniz sokaktaki evinden başka birşeyi yok) bugün çoğu insanın hafızasında yeğenlerinin yaptığı yolsuzluklar, haksız kazançlarla yaşıyor. Kimse, ABD'ye "olmaz" diyen tek başbakan olduğunu hatırlamıyor; milletin tek bildiği O'nun mason olduğu. Kimse gerçek anlamda sandığın gücüne inanan, milletin tercihlerine saygı duyan bir demokrat olarak anmıyor; haklı-haksız, ama hep darbelere zemin hazırladığı var zihinlerde.

* * *

Şimdiki Başbakan tarihe altın harflerle yazılacağını zannediyor...

Ne kadar da "Dış mihrak, İsrail, MOSSAD, CIA, İstiklal Savaşı" dese de "Üstün Yahudi Cesaret Ödülü" almış tek Müslüman olarak akıllarda kalacak.

Ne kadar "milletim, milletim" dese de milleti otuzaltıya bölmesiyle hatırlanacak.

"Yaratılanı yaratandan ötürü severiz" dese de "şu adam falan mezhepten, bu adam filan etnikten" diyerek kin ve nefret tohumu, yani fitne ekmesiyle hatırlanacak.

Ne kadar ahlaklı görünse de, insanların kadınlığıyla kızlığıyla uğraşan haddini bilmez bir ahlak düşkünü olarak anılacak.

Her cümlesinde "benim" diyerek yarı Tanrılığa soyunmasıyla hatırlanacak.

Üç ay önce ne dediğini unutmuşa yatan yalancılıklarıyla anılacak.

Ahlak felsefesi üzerine tek bir filozof bile incelemeden ahlak vaz eden, en azından sanat tarihi okumadan sanata dair yargı bildiren bir ucube olarak anılacak.

Bir türlü bir partinin genel başkanı havasından çıkıp bir devlet adamı olamadı. Kendisinden önce hiç bir siyasetçi "milli irade" kavramını bu kadar "hiç" etmemişti. Bir devlet adamı değil, sadece üst üste seçim kazanmış bir siyasetçi olarak anılacak.

Tek adam yasalarıyla kendi hukuk düzenini kurmaya çalıştıkça, beyaz çarşaflı adamları sokaklara toplayıp dayılanmaya devam ettikçe bitirdi kendisini. Bir zaman sonra sadece çocuklarının şaibeli zenginliğini korumaya yemin etmiş bir baba olarak anılacak.

Ne kadar çamura yatarsa yatsın, "kirlenmek güzeldir" deyip daha temiz geleceğini söylerse söylesin yakın gelecekte "hırsız" ve/veya "hırsızların hamisi" olarak anılacak.

Kimseye nasip olmayan bir sandık desteği elde etmişti. Kendine yazık eden, ülkeyi ise hepten uçuruma götüren hırsı ve hidayet bulmayan kibriyle anılacak...



24 Aralık 2013 Salı

İSLAMCILAR-CEMAAT İKİLEMİNDE ÖZETİN ÖZETİ

Komünizm teorisinin SSCB ölçeğinde test edilip raflarda yerini almasından, hatta kolilere konup bantlanmasından sonra, İslamcıların çoğu pek bir sevinmişti. Kimi komünistler uygulamanın vebalini teoriye yüklememek gerektiğini söyleyedursun, İslamcılar beşeri ideolojilerin iflasa mahkûm olduğunu, kendi teorilerinin bizzat Allah tarafından yazılması hasebiyle asla mahkûmiyet yaşanmayacağını vurgular, renkli kalemlerle altını çizerlerdi. Peki İslam'ın yönetim şekline ilişkin bir teorisi var mıydı? Söylediklerine göre vardı, ama nedense bir türlü aklım ermemiş, anlayamamıştım bunu...

Nasıl ki Peygamber ölür ölmez Müslümanlar birbirini öldürme yarışına girmişse, nasıl ki Peygamberin eşi Ayşe ile damadı Ali birbirlerini boğazlama peşinde olmuşsa, İslamcılar da, hani dünyaya nizam getirecek İslamcılar, o günlerde de bugünlerde olduğu gibi birbirini pek bir boğazlardı.

Dışarıdakiler? Arabistan başta olmak üzere birbirine dahi dostluğunu görmediğimiz (ama bir yandan da ülkemizdeki İslamcıların ümmet diye yanıp tutuştuğu) 22 Arap ülkesi hep yanlış anlamış ve uygulamıştı İslam'ı. İran dersen pis kızılbaş, sapık şia idi. Diğer Türk toplulukları adında Türk geçtiği için zaten kayda değer değildi. Kur'an'ın Türkçe mealini okumayı doğru bulmayan, caiz görmeyen, 26 yıl önce meal üzerinde fikir beyan ettiğim için bendenize “kâfir” diyen İslamcıların (meal okuma işini zor da olsa aştılar), meal okumadıkları halde nasıl oluyor da o beğenmedikleri Arap ülkelerinden daha iyi İslam bilgisine sahip olduklarına hep şaşardım. Sanırım seyyidler, şeyhler, müfessirler ve abiler aracılığıyla vahiy geliyordu kendilerine. Herbiri kendisinin en öz hakiki İslam yorumu olduğunu söyleyen 72 buçuk taife olduklarını, yine her birinin ifadesinden biliyorduk. Araplar 22 ülkeye ayrılmışken ve ümmetçilik yapmazken, Türkiye'deki İslamcıların hemen hemen hepsi de “ümmetçi” idi ve büyük bir tarih cahilliği ile ümmeti parçalayan olarak gördükleri Türkiye Cumhuriyetine küfrediyorlardı. Ne var ki bu ümmet diye yanıp tutuşan İslamcılar, kendi aralarında bile paramparça idiler...

Doğrusu bugün The Cemaat diye tabir edilen ve artık ucu bucağı tahmin edilemeyen grup hem organizasyonu hem de söylemleriyle İslamcılardan ayrılan bir gruptu. İslamcılara göre daha yerli bir vurguları vardı. Ümmet vurgusu çok zayıftı. İslamcılar onları hep devletin ajanı, ABD'nin İslam'ı ılımlaştırma projesinin bir parçası olarak gördüler. İslamcıların böyle görmesine neden olan birçok olgu vardı. Doğrusu hem devlet, hem İslamcılar yanılmıştı. Devlet; onların devletçi değil, devlet içine sızmaya çalışan tehlikeli bir grup olduğunu anladığında samanın altındaki su epey yol katetmişti. Takiye hep vardı, ama devletin gündemine çok geç girmişti.

Devlet takiyeyi farkedip soruşturma üstüne soruşturma başlatınca İslamcılar, itimat telkin etmiyor ama, ne de olsa mahallemizin çocuğu, yedirmeyiz havasına girdiler. Zaten değil mi ki ortak bir düşman vardı: Laikliği demokrasinin önceli kabul etmiş Türkiye Cumhuriyeti.

Şimdi çeşitli sıfatlarla yerin dibine sokulan devlet çok önceden, en azından AKP'den önce bunların devlete çalışan değil, devlete sızan insanlar olduğunu farketmişti. Ne zaman ki AKP “ben devletin ta kendisiyim ve kendime şirk istemiyorum” havasına girdi, cemaat “o kadar da değil” cevabını yapıştırıverdi... Demokrat Parti de bir müddet sonra 'ben devletin ta kendisiyim' havasına girmişti. Onun da bir cemaat partneri vardı. Lideri Bediüzzaman Said Nursi'nin toplu eserlerini 1957'de örtülü ödenekten basmış ve toplumun hoşuna gitmeyecek kısımlarını da değiştirmişti. Örneğin Divan-ı Harb-i Örfî kitabında yer alan “Ey Asurîler ve Keyânîlerin cihangirlik zamanından pişdar, kahraman askerleri olan arslan Kürtler! Beşyüz sene yattınız. Yeter artık! Uyanınız, sabahtır. Yoksa sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir...” bölümündeki “Kürtler” ibaresini “Müslümanlar” diye değiştirerek basmıştı. Nurcular 1960 ihtilalinden sonra da DP geleneğini sürdüren partilere desteğini sürdürdü. Milli Görüşe hep uzak durdular. Milli Görüş geleneğinden kopup gelmiş AKP ile bir kaç parçaya bölünmüş Nur cemaatinden artık epey farklı Fethullahçılar zihinlerinde bir muhalefet şerhi saklı kalmak üzere anlaştılar.

Zamanında Erbakan, kâfir batının batıl anlayışı olan demokratik yöntemler içinde kaldığı için pek çok grup tarafından küfürle anılırdı. Ne zaman ki AKP diye bir parti kuruldu, işler değişti. Bütün İslamcı gruplar siyasi hayatta ilk defa ortak bir irade beyanında bulunmuş ve AKP'yi “putperest” Türkiye Cumhuriyetinde tek başına iktidar yapmıştı. Üstelik The Cemaat de ilk defa “İslamcı” diye düşünülen bir partiye açık destek veriyordu. Yemin billah artık İslamcı olmadıklarını beyan eden AKP lideri RTE'nin yalan söylediği düşünülmüş olacak ki, İslamcılar bir sonraki seçimde fazlasıyla desteklemeye devam etti. Sonra bir referandumda, bir seçimde daha. Görünürde iki taraftan biri kesin yalancı idi. Ya İslamcılar o mükemmel diye düşündükleri siyasi teorilerden —artık nelerse onlar, bilmiyorum— vazgeçmişlerdi ya da RTE gizli gündemlerini el altından anlatmış ve ikna etmişti. Üçüncü bir ihtimal daha var, o da herkesin paranın tadını almış olması. “Para ve/veya makamla sınanmadan büyük konuşma” demiş ya bir atasözümüz, İslamcılar olmayan teoride zaten geçemedikleri sınavı kendilerinden biri saydıklarının iktidarında, uygulamada iyice batırdılar. Kendilerine İslamcı sıfatını yakıştıranların bu süreçteki tavırları, zihinlerinde kurum ve kurallarıyla oturmuş bir devlet kavramının olmadığını gösterdiği gibi, burada teori dediğimiz şeyin, yani inançlarının bir ahlak felsefesi içermediğini de göstermiştir.

Abdurrahman Dilipak, “Koca bir davayı, bir umudu içeriden ya da dışarıdan bu kadar kolay yıpratamazsınız.” diye yazmış. Niye yazmış? Ortada 87 Milyar Euro'luk bir kara paranın aklandığı, birçok işadamının yanısıra, bakanlar düzeyinde siyasetçilerin rüşvet aldığı, yolsuzluk yaptığı iddialarına binaen yazmış. Hükümete sıkı yakınlığıyla bilinen Dilipak'ın “Koca bir dava” dediği nedir acaba? Referandumda, seçim zamanlarında demokrasiyle teyemmüm yapan bu tiplerin “koca bir dava”dan kasıtlarının demokrasi ve hukuk devleti olmadığı kesin.


Son kriz göstermiştir ki fiili olarak ortada bir devlet yok. Cemaat yaptı, yok valla Hükümet yaptı muhabbeti çağdaş bir hukuk devleti için utanç verici bir muhabbettir. Mangalda kül bırakmayan İslamcıların imparatorluk varisi bir devleti yönetmeyi bırakın, bir çadır devletini bile yönetemeyecekleri, ne fikriyatlarının ne de tıynetlerinin buna müsait olmadığı, teorilerinin de “günah-sevap” örgüsü dışında bir ahlak felsefesi içermediği anlaşılmıştır.

* * *
Sadece Türkiye'ye değil, önce bölgeye, sonra da bütün dünyaya şekil verecek, insanlar arasındaki refah farkını azaltacak ve adalet tesis edeceklerdi. Anlaşılan, “alemin adam olmasını istiyorsan önce kendinden başlamalısın” düsturunca refah getirmeye kendilerinden başlamışlar. Netice itibariyle, bunda anlaşılmayacak birşey yok...

12 Kasım 2013 Salı

BU YILI DA HALLETTİK MAŞALLAH

A: Efendim, hani diyorduk ya analar ağlamasın...
B: Ee, halâ diyoruz ya, süreç devam ediyor...
A: Yok efendim o değil. Suriye'ye girersek sadece ikisi mi girecek diyorlar...
B: Obama'ya da söyledim. Bak Hüseyin dedim, geleceksen gel artık...
A: Aaa çok iyi efendim, gelecek mi peki?
B: Şimdilik beyzbol sopası gönderiyormuş.
A: Şeey, yalnız efendim, ikisi derken siz ve Obama'yı kastetmiyorlar.
B: Kim kastediyor? Yoksa yine Bülent abiye mi kastediyorlar?
A: Yok efendim, kastettiğim o değil...
B: Lan! Yoksa sen de mi kasıtçı oldun? Kimin adamısın olum sen?
A: Efendim yine anlatamadım...
B: Hadi itiraf et, dvd'ler nerde, kime kastedeceksiniz.
A: Laikçi medya efendim, ikisi derken sizi ve sayın Davutoğlunu kastediyorlar.
B: Ne ikisi yahu! Benim milletim istiyor inşallah...
A: Orda da sıkıntı var efendim. Meclis falan diyorlar...
B: Bunların alayı demokrasi düşmanı. Kardeşim, benim milletim beni seçmedi mi? Ben ne dersem benim milletimin dediğini demiş olurum ben hamdolsun...
A: Bu milletin bir adı var mı diye sorup duruyorlar bir de efendim...
B: Benim milletim böyle şeylerle vakit kaybetmez hamdolsun...
C: Konuyu dağıtmak gibi olmasın efendim, Adnan hocaya cevap vermedik. Şu kızları birkaç gün sizin yanınıza göndersin mi inşallah?
B: Yok. Onlar daha çok maşallahçı ekolden, bize uymaz onlar.
C: Tamam efendim, maşallah...
A: Efendim konuya dönersek... Bir açıklama yapmamız gerekiyor sanırım...
B: Bu defa da Suriyeli anaları vurgulasak? Komşumuzun anası ağlamasın falan deriz...
A: O farklı yerlere çekilebilir efendim. Hani tencere çalan komşunuzu şikâyet edin dediniz ya...
B: Tamam işte. Hüseyin çıksın, efendimiz komşunuz derken Suriye'yi kastetti desin.
A: O da sorunlu efendim. İlla birilerine kastedecek bu adamlar diyorlar.
B: Geri zekâlı mı bunlar? Benim milletim kastediyor yahu?
A: Efendim yine doğrudan siz ağlasanız?
B: Evet evet. Analar ağlamasın milletimin yerine ben ağlarım muhabbeti çekeriz...
A: İyi de efendim yine başa dönmüş oluruz. Yani ikisi gitsin Suriye'ye analar ağlamasın diye tuttururlar yine...
B: Yok olum yok. Sizinle olmuyor. Yalçın'a söyleyin yeni bir element üzerinde çalışsın veya muhafazakâr demokrat elementine yeni eklentiler yapsın...
C: Efendim ben müsaadenizle namaza gidiyorum inşallah...
B: Yavrum araya girip durmasana... Tamam hadi git inşallah.
C: Tamam efendim maşallah.
B: Hey Allah'ım Yarabbim.
A: Efendim aradım Yalçın beyi. Bu defa nasıl bir element isterler diyor.
B: Element değil de en iyisi yeni bir paket yapalım.
C: Efendimiz uygun görürlerse bir fikrim var.
B: Oğlum sen namaza gitmedin mi yahu!
C: Abdest alırken aklıma geldi unutmayayım dedim inşallah.
B: Hadi abdesti bozmadan söyle de git.
C: Efendim yeni bir paket yapsak. İsteyen bizimle açar, isteyen paket yapar evinde açar.
B: Maşallah oğlum maşallah. Sen bir dahisin. Hadi git yoksa hepimizin abdesti bozulacak şimdi.
A: Paket efendimizin kafasında hazır gibi sanki...
B: Evet evet. Bir Üniversitenin adını değiştirir, alın size demokrasi deriz.
A: Harika efendim. Zaten demokrasi dediğiniz başka nedir ki?!
B: Bir de isteyen istediği lehçeyle eğitim vereceği okul açabilir deriz.
A: Valla efendim bunlardan sonra da halâ size demokrat değil derlerse hepsini Silivri'ye tıkalım gitsin.
B: Onu da halledeceğiz inşallah.
A: Efendim bu lehçelerde eğitim işine pilot bölge deyip Karaman'da mı başlasak?
B: Niyekineki?
A: Karamanoğlu Mehmet Beye atıf yapmış oluruz. Hani o sadece Türkçe...
B: Dur oğlum yaa. Onlardan bile intikam alıyorlara getirirler işi. Bunlardan herşey beklenir.
C: Efendim birden aklıma geldi...
B: Yavrum ne çabuk kıldın sen namazı.
C: Sadece farzı kıldım efendim. Geçen bir hocaefendi dediydi. Sünnetleri her defasında kılmak farz değilmiş.
B: Allahım yaa. Hadi söyle ne söyleyeceksen!
A: Efendim camiye ayakkabıyla girmişler sözünüzün arkasında durup hergün hergün vurgulayalım.
B: Tabii tabii onu yapacağız. Neticede bizim için en önemli şeyler bunlar.
C: Efendim?
B: Efendim yavrum efendim. Hadi ne söyleyeceksen söyle de seni izne göndereceğim artık.
C: Yine "bir tane kız mıdır kadın mıdır bilemem" deseniz.
B: Yavrum durup dururken ne alaka yaaa.
A: Efendim zaten Türkçe açısından da sıkıntılı, bunu bir daha kullanmasak?
B: Milletim istedikten sonra ne sıkıntısı yahu?
A: O değil efendim. Hani "tane" diyorsunuz ya. "Türkçe'de insanlara tane denmez" diye eleştiriyorlar.
B: Türkçe'de insanlara tane denmiyorsa Kasımpaşalı lehçesinde vardır yahu. Yok yok, demokrasiyi hazmedemiyor bunlar.
C: Efendim "kızlı erkekli sevişiyorlar" deseniz.
B: Hadi sen çık bir izin yazdır kendine hamdolsun.
C: Tamam inşallah efendim.
A: Gönderdiniz de, fikri fena değildi efendim.
B: Evet. Şöyle yapalım, şu cümleyi yarınki konuşma metnime ekleyiver: "Kişilerin özel müstakil evlerinde bir farklı kız, bir farklı erkek aynı evde kalması nasıl doğru olabilir?"
A: Hemen yazıyorum efendim. Tam manşetlik bir cümle oldu.
B: Olacak tabii. Benim milletim bana söyletiyor hamdolsun.
A: Yalnız bir sıkıntı var efendim. Hukukta yeri var mı müstakil evlere müdahale etmek, araştırmak lazım.
B: Gerekirse yaparız. Benim milletim zaten şikâyet eder gerekirse. Fiili durum var deriz.
A: Efendim ifadeyi biraz düzeltsek bari. "Bir farklı kız, bir farklı erkek" biraz sorunlu bir ifade gibi.
B: Farklı olacak elbette. İkisi aynı kişi olur mu?
A: Efendim biraz dinlenseniz iyi olmaz mı inşallah?
B: Milletim istedikten sonra dinleniriz hamdolsun...
 

5 Kasım 2013 Salı

EŞREF-İ MAHLÛKAT MI?

Hiçbir delile dayanmasa da insanın eşref-i mahlûkat olduğuna dair bir Müslüman inanışı vardır. Evet, insan güzel bir hayvandır. Ama o kadar abartılacak bir hayvan mıdır bilmiyorum. Özellikle Müslüman toplumların cinsel organlardan, kıldan tüyden mürekkep ahlak anlayışlarıyla kendilerini nasıl oluyor da en şerefli hayvan gördüklerini anlamıyorum.

İnsan eşref-i mahlûkattır, ancak sadece Müslüman olanlar. Müslümanlar eşref-i mahlûkattır, ancak erkek olanlar daha bi eşreftir. Müslüman erkekler eşref-i mahlûkattır, ancak bizim meşrepten olanlar daha bi eşreftir.
* * *
Artezyen kuyusu üzerine çıkan tartışmada birbirini öldürme yarışına giren aileler var. İşte o derece eşref-i mahlûkatız... Kayınpederinin ördeğine tecavüz eden eşref-i mahlûkat bile var aramızda...

Ekim 2013'te Irak'ta bin kişi öldü. Suriye'de kelle kesmelere devam. Farklı siyasi düşüncelerdeki insanları eşref-i mahlûkat olana dek kesecekler anlaşılan. Mısır'da da şerefli olmak için birbirlerini boğazlıyorlar. Arabistan'da kadınlar araba süremiyor. Çünkü kadınlar araba sürse Müslümanlar, yani erkekler, tez elden şerefli hayvan olamayacaklar. Mübarek millet. “Yahu adamlar sapık değil de mübarek olsa Tanrı neden uyarmak için peygamber göndersin ki?” dediğimde “Allah'ın işine mi karışıyorsun?” diyen arkadaşlarım var... “Ölmüş kadınla altı saat geçmeden cimada bulunabilirsiniz” diyen “Müslüman” din adamları var. “Savaşta olduğumuz için diğerlerinin kadınlarıyla birkaç saatliğine yapabilirsiniz” şeklinde fetva veren “Müslüman” şeyhül bilmem kimler var. “Kadın eş değil ancak zevce olur” diyen “Müslüman” tarikat liderleri var. “Kızlı erkekli evler bize ters... Komşular şikâyet edecek, gereği yapılacak” diyen Başbakan var. Artık devletin görevlerinden biri de kızlık zarı ve penis bekçiliği yapmak olacak. 11 yaşında çocuklara tecavüzü sorun etmeyen devlet, yetişkinlerin sevişmemesi için elinden geleni yapacak... Eşref-i mahlûkat devleti olacağız inşallah hamdolsun...


* * *
Diyanet'in, “evlatlıkla evlenmek caizdir” şeklindeki fetvasını “hukuken bir sorun yok, ama ahlaki değil” diye yorumlayan eşref-i mahlukat din bilginleri var. Peki ahlaksız bir hukuk nasıl oluyor da eşref-i mahlûkatın dininin hukuku oluyor? Üç kuruş vergi kaçırmak için kırk ahlaki gerekçe getirenler nasıl olur da böyle bir durumda ahlakı teğet geçip “hukukta yeri var” diyebilir ki? Ahlaka aykırı, ama hukukta yeri var? Allah Allah, nasıl bir din ki bu...

Bütün bir İslam coğrafyasına bakıyorum; ahlaklı olmayı apış arasından, kıldan, tüyden, zardan öteye geçiremeyen bir sapık zihinler atlası görüyorum. Ama gene de eşref-i mahlûkatız maşallah...


Bütün ahlak felsefesini cinsel çağrışımlar üzerine kurmuş bireyler ve toplumlar için bir atasözümüz der ki: “Her göt, mindere kendi biçimini verir.”

1 Ekim 2013 Salı

ŞEYİ ŞEY EDİLESİCE PAKET

Yaklaşık 12 yıldır, tek başına ülkeyi yöneten şahıs konuştu. Seçim barajı saçmalığını nihayet düşürebileceğini lütfetti. "Yapacağız" da demedi üstelik, "yapabiliriz" dedi. Havalara uçan uçana. Bu meseleyi geçelim...

Ülkemizin bir paketi daha açıldı. Kimlerin nasipleneceği apaçık olan paketten ortaya dökülenler ülkemizi demokrasi cenneti yapacak. Hurileri ve sonradan olma gılmanları kimler kapacak, orası tartışmalı...

Bu demokrasi dedikleri gerçekten acayip birşey arkadaş. Mesela üniversitenin adını değiştiriyorsun, cöö yapıp çıkageliyor.

İsteyen istediği dilde ve lehçede eğitim yapabilir diyorsun, bir de bakmışsın demokrasi hazretleri başucunda saçını okşuyor.

Dünyada örneği var mı bilmiyorum, ama lehçelerde eğitim yapılacak-mış. Böyle olunca da demokrasimiz daha bir serpilip büyüyecekmiş. Gerçekleşirse Gadasını Aldığım Fakültesinin Nörüyon Ki Laa Bölümü çok yüksek puanla, mesela %2'lik dilimde öğrenci alabilir. Götüveeceksen Götüveee Götüveemeyeceksen Götüveyecekle Vaaa Bölümü %5'le ancak alır zannımca. %1'le alacaklar şimdiden belli gibi...

* * *
Dillere birşey demem, ki zaten kimi Avrupa dillerinde eğitim yapılıyordu. Sadece isteyenin özel okul açarak farklı dillerde eğitim yapabilecek olması PKK'ya atılmış bir kazık olarak değerlendirilebilir. Çünkü pazarlıkları özel okullar üzerine değil bizzat devletin Kürtçe eğitim vermesi üzerineydi. Ama asıl kazık Türk milletine ve eğer kendilerini bir millete ait hissediyorlarsa ya da kendilerini ayrı bir millet kabul ediyorlarsa Zazalara. Lehçe işiyle, şakası bir yana, amaçlanan nedir acaba? Düşünceme göre Zazaca'yı Kürtçe'nin bir lehçesi kabul etme/ettirme peşindeler. Bununla Zazacayı Kürtçenin  bir lehçesi sayacaklar. Tersinden okursanız, "Zazalar Kürt'tür" tezi resmi bir tez hüviyeti kazanmış olacak. Karışık mesele. Çünkü kendisini Türk kabul eden çok sayıda Zaza var. Kendisini Kürt kabul eden; ikisini de boşverip "biz ayrı bir milletiz" diyenler de var.


* * *
Yaşayan insanların isminin tesislere, kurumlara, oraya buraya verilmesi hem terbiyesizlik, hem saçmalıktır. Birçok şehirde Recep Tayyip Erdoğan Caddesi, bulvarı, bilmem neyi var. Recep Tayyip Erdoğan Stadı var. Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi var. Utanacakları yerde gurur duyuyorlar ya, ona yanıyorum. Neyse...

Nevşehir Üniversitesinin adı Hacı Bektaş Veli Üniversitesi olarak değiştiriliyor. Bununla amaçlanan nedir? Nevşehir isminin nesi anti-demokratik idi ki, değişince demokrasi oluyor? Üçüncü köprüye verilecek ismin Yavuz Selim olmasında ısrar eden Başbakanın günü geldiğinde "bunun ismi de bu olsun" diyebilmek için araya sıkıştırılmış bir kurnazlık işi sadece.

* * *
Otuzaltı etnik unsurun sayıldığı, lehçelere kadar eğitim izni verilmiş bir toplumda nasıl "birlik beraberlik" vurgusu yapılıyor da milletim de milletim deniyor? Türklük vurgusu içeren, çocuklara milli bir şuur aşılamayı hedefleyen "Andımız"a bile tahammül edilemezken hangi millettir bu millet? Bir adı var mı?


Selçuklu, adını Selçuk beyden almıştı. Osmanlı, Osman beyden. (Bu arada ilginçtir; Selçuklu sultanları içinde Selçuk, Alp Arslan, Çağrı, Tuğrul, Kutalmış, Berk Yaruk gibi Türk isimliler çoğunluktayken, Osmanlılarda Türk ismi taşıyan sultan yoktur. Bir tek Osman'ın babası Er Tuğrul vardır ki, o da sultan değildir.)[1]

Türkiye Cumhuriyeti, adını bir şahıstan değil yaşadığı coğrafyadan ve o topraklar üzerinde yaşayan milletin kendisinden alan devlettir. Milletinin adı "Türk Milleti"dir. Başbakan milletin adını ısrarla zikretmekten kaçmakta, ama milletim diye yanıp tutuşmaktayken acaba hayalinde yeni bir millet adı mı var? Otuzaltı Etnik Unsur Milleti mi diyeceğiz bu yeni millete, ne diyeceğiz? Yoksa Tayyipgiller mi? Öylesine kullanılıyor ki farkında değil. Tarihe kahraman olarak geçeceğini zannediyor. Öyle yanılıyor ki farkında değil...

22 Ağustos 2013 Perşembe

ANADOLU TÜRKLERİNİN HAYALLE İMTİHANI

Suriye ve Mısır’dan sonra bir açık eleştiri de Irak’tan geldi. Ahmet Hakan’ın yerinden yazdığına göre Iraklı yetkililerin şikâyetleri şöyle: İstihbarat elemanlarımız Irak’ın içişlerine karışıyormuş. Teröristleri eğitiyor ve her türlü desteği veriyormuşuz. Irak yargısının aradığı adamları koruyormuşuz… Adamlar bilmiyor mu sanki, bütün yasalarımızın “terörist” dediği ve Türk yargısının aradığı adamları da sağ salim dağlarına kavuşması için elimizden geleni yapıyoruz...
* * *
Ortadoğu’daki şii unsurları temizleme ve İran’ı kendi sınırlarına hapsetme, yalnızlaştırma işi Eşbaşkanı olduğumuz BOP’un bir gereğiydi. Bunu farkettiğinden beri İran’la aramız bozuk... Azerbaycan’la aramız 10 yıldır limoni...

Suriye’de El-Kaide ve türevleriyle işbirliği halindeyiz. Ellerinde silahlarla bizim topraklarımızda, bizim kaymakamlık makamımızda poz verebiliyorlar. Tekbir eşliğinde şii kafası kesen, insanların ciğerlerini söküp kendini Allah’a yakınlaştıran Özgür Suriye Ordusu ile dostuz. Ki bu ÖSO’cular Adana’da sarin gazıyla geziyorlardı. PYD ile ara sıra dost, ara sıra kavgalıyız. Bir şekilde bütün terör örgütleriyle resmi olarak bir ilişkimiz var...

Mısır’da olup bitenler bizim BOP’umuz değilmiş gibi sağa sola saldırıyoruz. Eşbaşkanlığı elimize yüzümüze bulaştırmamızla oluşan tablo karşısında işi olağan düşmanlara, İsrail ve benzerlerine atıp iman tazeleme peşindeyiz... Bunu seçmen yiyebilir de, dünya yer mi acaba?

Irak’ın merkezi hükümetiyle, hükümetin başı şii olduğu için kavgalıyız. Irak’ın kuzeyi, yıllarca toprağımıza ve insanımıza kastetmiş teröristlerin yatağı iken komşularımız içinde aramızın iyi olduğu tek yer. Ki orada Türkmenler katledilirken gıkımız çıkmıyor. Öldürenlerin dostumuz, öldürenlerin şii olmaları sesimizi çıkarmamamız için bir neden belki, ama sanırım Hükümetimiz için ölenlerin Türk olmaları yetiyor ses çıkarmamak için...


* * *
Bütün Müslüman komşularla kavgalı iken nasıl bölgenin en iyisi olacağız da İslam alemine liderlik edeceğiz? Yapabileceğimizi düşünenler var. Olgulara ve dış politika gerçeklerine değil hayallere inanan. Başbakan, içeride Davutoğlu ve benzerleri, dışarıda BOP’çuların gazıyla Yavuz Selim zannediyor kendisini. Bütün şiileri temizleyecek, sünni alemini birleştirecek, yeniden halifeliği canlandıracak ve kocaman bir Sünni İslam imparatorluğu kuracak. İslamcılığı Erdoğancılıkla eşleştirmiş kimi İslamcı yazarlar yandaşlarını buna hazırlıyor ağırdan ağırdan...
* * *
İçeride yasaların terörist dedikleriyle kankayız. Dışarıda sivil katleden, ciğer yiyici teröristleri besliyoruz. ABD İsrail’in bir numaralı dostu. Biz İsrail’le kavgalıyız, ama ABD BOP’unun eşbaşkanıyız. Yine de Allah için, Müslümanlar için, hatta tüm insanlık için savaşıyoruz. Bayağı enteresan bir ilişki...

Bu süreç kimi nereye sürükler bilmiyorum. Ama Türkler bu akıl tutulmasına ilk seçimde dur demezse ne olacağı üç aşağı beş yukarı belli. Necmettin Erbakan ölmeden bir süre önce şöyle demişti, “Bundan önceki seçimlerde daha iyi mi yönetileceğiz, daha kötü mü yönetileceğiz seçimi vardı; bu seçim ise var mı olacağız, yok mu olacağız seçimidir (...) AKP’ye oy vermek, cehenneme bilet almak gibidir.”

Cehenneme bilet alma kısmıyla ilgilenmiyorum, rahmetli bu tür şeyleri iyi kullanırdı. Ama meselenin dediği gibi, iyi mi yönetileceğiz, kötü mü yönetileceğiz olmaktan çıktığı ve var mı olacağız, yok mu olacağıza dönüştüğünü görmek ve göstermek lazım.

Bu içeride son gelinen noktada komşuyu komşuya ispiyonlatan, dışarıda binlerce kilometrelik sınırlarımızı güvenilmez hale getiren, dostu geçtik selam alacak komşu bırakmayan, ulusaşırı taşeronluk politikaları yıllar sonra tarih kitaplarına “Anadolu Türklerinin Tarih Sahnesinden Çekilişi” başlığıyla girebilir.


* * *
Toplam 8 sezon sürmüş, tüm dünyada izlenme rekorları kırmış 24 adlı dizinin her sezonunda bir terör eyleminin kahramanımız Jack Bauer (Polat Alemdar, berbat halde çakma bir Jack Bauer’dır) tarafından sonlandırıldığını izleriz. Dizi, hukuki ve ahlaki ilkelerden taviz vermeyen Amerika reklamıdır aslında. Ama kendini çimdikleyerek yapar bunu. Bazen first lady, bazen başkanın çocuğu hukuk dışına çıkmakta ve ihanet edebilmektedir. Bazen de Başkanın bizzat kendisi vatan haini olabilmektedir... Dizinin birçok sezonunda teröristler Ortadoğulu Müslümanlardır. Her defasında kahramanımız olayı çözer ve gösterir ki arkalarında Amerikan derin yapılanmaları vardır. Birinde de Müslüman teröristlerin arkasından Rusya ve Amerika’daki işbirlikçileri çıkar. Müslüman teröristler inanarak yaparlar işlerini. Sadece biri gerçeği bilir, o da çoğu zaman para için yapmakta, diğerlerini aldatmaktadır. Gel gör ki işin ucu Amerika Başkanına da uzansa Jack Bauer affetmez...


* * *
Sahi o kadar terörist grup o kadar silahı nasıl satın alıyor? Kimyasal ve biyolojik silahları bile olan bu teröristler hangi paralarla temin ediyorlar bunları? Binlerce üyesi olan bu örgütler o kadar insanın geçimini nasıl sağlıyor?

Adana’da sarin gazıyla gezinen ÖSO’cular ne oldu? Ucu nereye dayandı ki medya bu işin peşini bıraktı?..

20 Ağustos 2013 Salı

TENCERE TAVA - ADALET ve KALKINMA


Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakan sıfatıyla söylediği "Tencere tava çalmak suçtur. Görenler kanun namına komşusunu ispiyonlasın inşallah" anlamındaki sözlerini ciddiye alan bir "milletsever" komşusunu ispiyonlamış. İspiyoncuyu ciddiye alan savcı "3'ten başlayarak 12 aya kadar hapsedelim, elinizi korkak alıştırmayın hakim bey" deyü dava açmış. Bu mantığı ciddiye alacak hakim çıkar mı bu memlekette? "... Suç olduğuna göre, niçin hakkını savunmuyorsun kardeşim? Senin apartmanında tencere-tava çalan mı var, hemen yargıya taşı bunu" diyebilen bir insanın devlet adamı kılığında dolaştığı bir memlekette adalet görünümünde bir hüküm veren de çıkacaktır illaki...



ANLAMAK İSTEMİYOR
Bir hükümetin yanlışlarını ve eksiklerini göstermek, bunu yapan kişiye dürüstlük ve kendine güven dışında pek birşey kazandırmaz. Ama dinleyen ve anlayan hükümet için paha biçilmez birşeydir muhalif düşünce. Hükümetin zaaflarını farketmesi, adına "idare" denilen mekanizmayı olgunlaştırması için eleştirel yaklaşıma mutlaka kulak kabartması gerekir. Bir hükümet, kendisinin de eleştirel bir yaklaşımdan neşet etmiş bir siyasi parti olduğunu unutmamalıdır. Eğer amaç daha çok demokrasi ve demokratik bir cumhuriyetin daha sağlam inşası ise muhalif düşünce baskı altına alınamaz, alınmamalıdır. Başbakanın sık sık öne çıkardığı, "gücün yetiyorsa Meclis'e gir konuş, yoksa susturmasını biliriz" tavrı, iki şeyden biri olsa gerek: Ya demokrasinin ne olduğunu bilmiyor, bilse böyle konuşmaz ya da amacı zaten demokrasinin inşasına hizmet etmek değil. Başka seçenekler de var, ama bağlam dışı...

* * *
Ergenekon, Balyoz ve türevleriyle ortaya karışık bir muhalif avı yapıldı ve başarıyla neticelendirildi. Geriye kalan muhalifler "Yoksa sen de mi onlardansın? Evet evet belli ki onlardansın" tehdidiyle uyarıldı. Adına Ergenekon denilen ve kendi içinde bile organik bütünlük oluşturmayan, neredeyse kavramsal düzeyde bir örgüte bağlı olmakla suçlanır hale geldi her muhalif...

Geriye kalanlar bir ağaç gölgesinden cesaret bularak atıldıkları meydanlarda kimi zaman satırla, çoğu zaman gazla terbiye edilmeye çalışıldı. Kimi zaman da öldürülerek...


Geriye kalanlar memnuniyetsizliklerini ifade edecek bir alan bulmakta zorlanıyor. Şu gâvur icadı internet, özellikle "baş belası" olduğu besbelli twitter ve facebook da olmasa içini dökecek alan bulamayacak insanlar. Ne var ki oralarda da çok rahat olunduğu söylenemez. Eleştirel cümlelere "bak öldürürler haa" diye cevap yazanlar, "kesin ergenekoncusun" diye hüküm bildirenler var. Üstelik bunu yapanlar siyasi kimliği olanlar, akademisyenler ve yazar çizer takımı... Neredeyse sokaktaki yürüme biçiminden insanların muhalif olduğuna kanaat getirip ceza kesecekler. "Gözünün üstünde kaşın var" diyeni düşman belleyen muhafazakâr demokrat bir iktidarımız ve onu muhafaza etmeye çalışan inanmışlarımız var. Cumhuriyet tarihinde hiçbir iktidar bu kadar kutsal sayılmamıştı. Cumhuriyet tarihinde bütün kirli işlerine rağmen hiçbir hükümet bu kadar bölücülük yapmamış, hiçbiri "komşunuzu şikâyet edin" diye saçmalamamıştı. Hiçbiri, saçma sapan uygulamalarını "memleket hayrına" diye böyle büyük çapta yutturamamıştı.

Bu memlekette bütün siyasi saçmalıklar nihayetinde alt üst edildi. Bunun en güzel örneği 3 Kasım 2002 seçimleridir. Gel gör ki kendisini ortaya çıkaran süreci anlayamayan adamlar memleketi de aşıp cihana nizam vermeye kalkıyor. Oysa saçmalamanın da bir limitinin olması gerekir.

* * *
Tavsiyem şudur; memleket hayrına herkes birbirini ispiyonlasın. Yüzde elli içeri girerse memlekete en ilerisinden adalet gelir ve en azından diğer yüzde elli kalkınmış olur ve tarih bu iyiliğimizi unutmaz. Hem seçim vakti bir yüzde elli içeride olur ve diğer yüzde ellinin yüzde doksanı sandığa giderse, "adalet ve kalkınma" yüzde doksanlık bir rekor kırarak siyasi tarihe geçebilir. Bu da her millete nasip olmaz hamdolsun... Tek sorun, "İçeride zıkkım yiyin, bir de sizi mi besleyeceğiz" diye memlekete yaptığımız bu kıyağı başımıza kalkmaları...