1 Kasım 2014 Cumartesi

PAZAR EKONOMİSİ


Arkadaş dedi ki, “bırak şu ülkeyi adam etme, aydınlatma işlerini. Gel ticaret yapalım.” “Biliyorum, beceremem” dedim ve aklıma çok eski yıllar geldi…

“Çalışacağım, iş bulmam lazım” diye tutturduğumda yaş 12 idi. Dayım da o yaz işsizdi ve abimin arkadaşından ödünç aldığımız bir teraziyle pazarda sebze satmaya başladık. İkimiz de zerre anlamıyoruz bu işlerden. En kaliteli malı alıp köşede bekliyoruz biri gelir de alır diye. El alem çürük malı daha öğlen olmadan kasa kasa satıp bitiriyor. Ama biz akşam olduğunda cillop gibi domatesleri eve götütüp menemen yapıyoruz falan… “Geeel vatandaş” diyemiyoruz bir türlü. Kimseyi kolundan tutup çekemiyoruz da tevazudan geberecek standımıza, utanıyoruz. Dayım sigara üstüne sigara yakarken, –mal mal derler gerçi ya, ben saf saf diyeyim– onu seyrediyorum sabrına hayranlıkla. İki hafta ancak dayanabildik pazar koşullarına. O gün değil ama serbest piyasa ekonomisinin bana göre olmadığını, rekabet işinin bir karakter işi olduğunu sonradan anlayacaktım…

Teraziyi geri verdik. Birkaç gün boş boş takılırken Dayım çıkageldi ve bir evin boya işini aldığını müjdeledi. Boya dediğim de bildiğiniz badana. Pazardan kazandığımız iki kuruşu fırça işine yatırdık… Dayım, “kirece su dök, karıştır” deyip sigara almaya çıktı. Taş kirecin üstüne döktüm suyu, “Pazar ekonomisi”nden kazandığımız ve portföy yönetimi yapamayacağımız miktardaki parayı (bütün yumurtaları tek sepete koyduk, çünkü tek yumurtamız vardı) yatırdığımız fırça gözlerimin önünde eridi, gitti. Abimin, septik kuyusuna her yıl neden kireç döktüğünü o zaman anlamıştım. Dayım döndüğünde kıçımın üstüne öylece yığılmış ağlıyordum. Bütün yumurtaları tek sepete koymuştum ve o sepetteki tek yumurtamızı kırmıştım! Saçımın okşandığını hatırlıyorum…

Her zaman olmasa da sürpriz yapar hayat insana. Üniversite öğrencisi iken de yaptım boyacılık. Kireç, plastik, yağlı boya çeşitlerine vakıf oldum zamanla. Villasını boyadığım çift memnun kalınca, dışarıdaki [demir] çitleri de boyar mıyım diye sordular: “Elbette!” Çektim yağlı boyayı, geçtim. Birkaç gün sonra beni buldular ve boyaların döküldüğünü söylediler. Dökülmesi normaldi, çünkü ben bildiğimi zannettiğim bir işte fahiş hata yapmıştım; zımpara, anti-pas ve astar çekmeden yağlı boyayı çekmiş geçmiştim demirin üstüne…

Ne mi anlatıyorum? Hiç! yaşanmış hikâyeler sadece. Bireysel olarak söylemek gerekirse; boya yapmayı biliyorum, ama yanlış yaparak öğrendim. Yanlışlarımdan utandım, yeri geldi ağladım...

Genel olarak söylersem; bugün, bu saatte ülke yönetenler hiç utanmıyor, hiç yüzleri kızarmıyor. Yaptıkları yanlışların muhasebesini yapmıyor. “Pazar ekonomisi”ne o kadar entegre olmuşlar ki “geeel vatandaş” deyip %50’yi götürebiliyorlar… Yazık mı bu millete? Henüz emin değilim!..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder