Ortadoğu’da olup bitenlerin bizdeki yansımalarını geçersek
ülke gündemi yine standart sapma eğiliminde. Merdivenlerden kızlı erkekli
çıkmalar, yurtlarda kızlı erkekli yemek yemeler ve daha birçok şey. Hele rakıya
henüz dokunulmuşken bir de rakılı türkülere dokunmak günlerce konuşulan
şeylerden biri oldu. Bütün bunlar Müslümanlık ve muhafazakârlık adına, onları yüceltmek adına gündeme getiriliyor.
Bunları her gündeme getirdiklerinde arka planda mutlaka bir şeyler dönüyor.
Eskiden de çakma gündem yaratılarak bir şeyler örtbas edilirdi. Ama hiç bir gündemin
içine bu kadar hoyratça edilmemişti. Hiç bir dönemde hayali bir muhafaza cephesi açılmamış, insanların değer kabul ettiği şeyler bu kadar
sömürülmemişti. Daha kötüsü hiç sıradan
olan bu kadar yüceltilmemişti...
* * *
“Daha kaç gün önce barış sürecinin üçüncü aşamasını
açıkladılar ve bu aşama gereği Karayılan ve gibilerinin siyasete gireceğini,
girmesi gerektiğini dillendirdiler” dediğimde muhafazakâr arkadaşımın zihninde
bir şey canlanmadı. “Boş ver sen şimdi onu, Hükümetin bir bildiği vardır” dedi.
Rakılı türküler ve kızlı erkekli gündem maddeleri o kadar gözüne gözüne
sokulmuş ki aklı fikri orada: “Kızlı erkekli yemekhane toplum yapımızı bozmuyor
mu?”
Toplum yapımız? Kimine göre mazbut, kimine göre muhafazakâr.
Nedendir, ikisi de hiç itimat telkin etmiyor bana...
Nedir bizi muhafazakâr yapan şey? Muhafazakârlık tersine
inşa edilmeye çalışılan bir saçmalığın adı olmasın sakın?..
* * *
Ankara’yı bilenler Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan
binaların iyi kötü bir estetik kaygı güttüğünü, bir mimari anlayışa sahip
olduğunu bilirler. “Demokrasinin gelmesi”nden sonraki yapılaşmayı da bilirler.
Her tarafından ucube binaların sökün ettiği, tabela yığını, sonradan görme bir
şehir havasındadır şimdilerde...
Sivas’ta, Konya’da, Bursa’da hangi mimari, sanat geleneği
muhafaza edilmektedir?
İstanbul? “Ecdad” deyip durmalarına kanacak mıyız? Ecdad içi boş, kof bir söylemdir. Hiçbir
millet tarihine bu kadar hainlik etmemiştir. Ormanları betonlara boğdurulmuş ve
halâ da boğdurulan, ne müzik, ne resim, ne mimari, ne edebiyatından eser
kalmamış bir İstanbul’un artık sadece adı İstanbul’dur. Osmanlı bunların
hiçbirini Anadolu’ya taşıyamamıştı. Ama artık bugün Anadolu köylü kültürü İstanbul’un
bütün değerlerine nüfuz etmiş durumdadır. Ne Selçuklunun, ne de Osmanlının
hiçbir dünyevî işini inadına anlamak istemeyen, kendi köylü kültürünü bir üst kültür olarak fiili bir durumla
dayatan neyi muhafaza etmektedir? Muhafaza ettiği şey, en basitinden kadınları nesne olarak gören aptal ve ilkel
kültürünün muhafazası olmasın?
Sağa sola yalpalamanın anlamı yok. Köylü kültürü üst kültür üretecek donanıma sahip
değildir. Ancak, onun içine edecek donanıma sahiptir. Üretilen medeniyeti, üst kültürü köylüye götürmenin, üstüne
üstlük onun tahrif edilmesine göz yummamanın adı olması gerekirken, köylü
kültürünün üst kültürün içine
etmesine seyirci kalmanın, hatta içine edenlere sahip çıkmanın adıdır bugün
muhafazakârlık. Siyasi olarak karşılığı, açtığı onca çığıra rağmen Demokrat
Parti, ANAP ve onların takipçisi olduğunu söyleyen AKP’dir. Sosyal olarak
karşılığı, Sultanahmet’ten Aksaray’a yürürken kaldırım taşlarında göreceğiniz
tükürük ve sümük kümeleridir. İbadetleri yerine getirmek anlamında dindarlıkla hiç
mi hiç alakası yoktur; sapına kadar köylü kültürünün yüceltilmesidir.
Bugün coğrafyası ve nüfusu tehdit altındayken, bütün tarihi
varlıkları, yani medeniyeti ve kültürü; mimarisi, müziği, edebiyatı iğdiş edilmiş,
sanatının içine tükürülmüşken, içinde rakı kelimesi geçen türkü dinlememek, kız
çocuklarının giyeceği eteğin boyuna takmaktır muhafazakârlık. Irzına geçilmemiş
tarihi ve kültürel değeri kalmamışken genç kızların bekâretinin kutsallığıdır
bugün muhafazakârlık...
* * *
Tuğrul Bey, Halifeden kızı Seyyide Hatunu ister, ama Halife “daha
düne kadar bilmem hangi puta tapan, yurdundan fırlamış bir Türk’ün, soylular
soylusu Halifenin kızını hangi cüretle istediğini” sorgulamaktadır.
Halifeyi ikinci ziyaretinde Tuğrul Beyin Veziri ve Halife
arasında geçen konuşmayı Amin Maalouf Semerkant’ta
şöyle anlatır:
— Bundan birkaç ay önce,
cevabın olumsuz olabileceğini düşünerek, Sultanı hazırlıklı kılmak istedim.
Ondan önce hiç kimsenin böyle bir istekte bulunmaya cesaret edemediğini, böyle
bir gelenek olmadığını, herkesin şaşıracağını söyledim. Verdiği cevabı asla
tekrar edemem.
— Korkma, konuş!
— Halife Efendimiz beni
affetsinler, o sözcükleri tekrar edemem.
— Konuş, emrediyorum, hiçbir
şeyi gizleme!
— Sultan önce, bana hakaretler
yağdırdı. Beni sizden yana, kendisine karşı olmakla suçladı. Beni prangaya
vurmakla tehdit etti. Vezir bile bile kemküm ediyordu.
— Sadede gel! Tuğrul Bey ne
dedi?
— Sultan buyurdu ki: “Şu
Abbasiler tuhaf herifler! Ataları, dünyanın yarısını fethettiler, en bereketli
kentleri kurdular. Bir de bugünkü hallerine bak! Ellerinden imparatorluklarını
alıyorum. Razı geliyorlar. Başkentlerini alıyorum. Mutluluk duyup beni
hediyelere boğuyorlar. Halife de bana “Tanrının bana verdiği bütün ülkeleri sana
veriyorum, bana emanet ettiği bütün Müslümanları sana teslim ediyorum” diyor.
Sarayını, kendini, haremini korumam için yalvarıyor. Ama iş kızını istemeye
geldiğinde, isyan edip, onurunu korumak istediğini söylüyor. Uğruna savaşmak
istediği tek yer, bir bakirenin kıçı mı?”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder