Arkadaş
dedi ki, “bırak şu ülkeyi adam etme, aydınlatma işlerini. Gel ticaret yapalım.”
“Biliyorum, beceremem” dedim ve aklıma çok eski yıllar geldi…
“Çalışacağım,
iş bulmam lazım” diye tutturduğumda yaş 12 idi. Dayım da o yaz işsizdi ve
abimin arkadaşından ödünç aldığımız bir teraziyle pazarda sebze satmaya
başladık. İkimiz de zerre anlamıyoruz bu işlerden. En kaliteli malı alıp köşede
bekliyoruz biri gelir de alır diye. El alem çürük malı daha öğlen olmadan kasa
kasa satıp bitiriyor. Ama biz akşam olduğunda cillop gibi domatesleri eve
götütüp menemen yapıyoruz falan… “Geeel vatandaş” diyemiyoruz bir türlü.
Kimseyi kolundan tutup çekemiyoruz da tevazudan geberecek standımıza,
utanıyoruz. Dayım sigara üstüne sigara yakarken, –mal mal derler gerçi ya, ben
saf saf diyeyim– onu seyrediyorum sabrına hayranlıkla. İki hafta ancak
dayanabildik pazar koşullarına. O gün değil ama serbest piyasa ekonomisinin
bana göre olmadığını, rekabet işinin bir karakter işi olduğunu sonradan
anlayacaktım…
Teraziyi
geri verdik. Birkaç gün boş boş takılırken Dayım çıkageldi ve bir evin boya
işini aldığını müjdeledi. Boya dediğim de bildiğiniz badana. Pazardan
kazandığımız iki kuruşu fırça işine yatırdık… Dayım, “kirece su dök, karıştır”
deyip sigara almaya çıktı. Taş kirecin üstüne döktüm suyu, “Pazar
ekonomisi”nden kazandığımız ve portföy yönetimi yapamayacağımız miktardaki
parayı (bütün yumurtaları tek sepete koyduk, çünkü tek yumurtamız vardı)
yatırdığımız fırça gözlerimin önünde eridi, gitti. Abimin, septik kuyusuna her
yıl neden kireç döktüğünü o zaman anlamıştım. Dayım döndüğünde kıçımın üstüne
öylece yığılmış ağlıyordum. Bütün yumurtaları tek sepete koymuştum ve o sepetteki
tek yumurtamızı kırmıştım! Saçımın okşandığını hatırlıyorum…
Her
zaman olmasa da sürpriz yapar hayat insana. Üniversite öğrencisi iken de yaptım
boyacılık. Kireç, plastik, yağlı boya çeşitlerine vakıf oldum zamanla.
Villasını boyadığım çift memnun kalınca, dışarıdaki [demir] çitleri de boyar
mıyım diye sordular: “Elbette!” Çektim yağlı boyayı, geçtim. Birkaç gün sonra
beni buldular ve boyaların döküldüğünü söylediler. Dökülmesi normaldi, çünkü
ben bildiğimi zannettiğim bir işte fahiş hata yapmıştım; zımpara, anti-pas ve
astar çekmeden yağlı boyayı çekmiş geçmiştim demirin üstüne…
Ne
mi anlatıyorum? Hiç! yaşanmış hikâyeler sadece. Bireysel olarak söylemek
gerekirse; boya yapmayı biliyorum, ama yanlış yaparak öğrendim. Yanlışlarımdan
utandım, yeri geldi ağladım...
Genel
olarak söylersem; bugün, bu saatte ülke yönetenler hiç utanmıyor, hiç yüzleri
kızarmıyor. Yaptıkları yanlışların muhasebesini yapmıyor. “Pazar ekonomisi”ne o
kadar entegre olmuşlar ki “geeel vatandaş” deyip %50’yi götürebiliyorlar… Yazık
mı bu millete? Henüz emin değilim!..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder