21 Nisan 2014 Pazartesi

EVLADIN GÖZÜNDEN DÜŞEN


endişelenme dedi cibril, hep yanında yürüyeceğim.
ya o? o gelmeyecek mi? dedi şaşkın ve endişeli oğul
gelmeyebilir, ama gene de baban o senin buyurdu cibril
baba mı? babam olsa yürümez kucağında olurdum

bir çocuğun naifliği vurdu cibrili kalbinden
istifa etmeliydi tüm görevlerinden
gel gör ki emir kesin: yürüyeceksin çocukla
çocuk: taşıyamayacağım yükü yüklediniz bana!

ey baba, ey muktedir olan, ey herşeye kadir olan,
sadece kucağından düşürmedin beni, yüreğinden de
bu çiviler, bu çiviler değildir elime batan
sensizliktir yüreğime batan sessiz gözyaşımdır!












gene de belli etmem babamsın benim
ölürüm de öldürtmem seni el aleme
bir kez bile görmedim ama babamsın
keşke bir kez okşasaydın da bilseydim
ölmeden bu yüreğimdeki çivilerle
bakmayın, rabbiniz seviyor sizi diyebilseydim.

20 Nisan 2014 Pazar

KAN DAVASI

Ali İsmail’im ben ondokuzunda dövülerek ölen.
Biraz da Berkin
Uçurtma çağında sokak ortasında ekmeksiz
Kafasına silah dayanmış herhangibir masumum
Herhangibir Aleviyim ben Suriye’de
Herhangibir Esma Mısır’da.

Bir insanlığı özledim bir de seni ey Tanrı
Gerçekten var mısın?
Gerçekten sen misin bunca şey arasında?
Eğer varsan neden dalga geçiyorsun bu zavallılığımızla?
Eğer varsan dur demeli değil misin gidişatımıza?
Eğer varsan, nasıl bir Tanrısın ki sadece seyrediyorsun?
Bunun için mi yarattık biz seni?

Ah şu insansızlığımız
Ah şu Tanrısızlığımız bizim
Nerde ki şimdi acaba, ne yapar ki?
Hani herşeye kadirdi?
Oysa öyle yapmıştık biz onu
Sadece loto kazanmışların gurur duyduğu
İşte bir tanrı, ne işe yarar ki o Tanrı?
Ya çıksın ortaya artık
Ya da yeniden yaratacağım onu
Bitmeyen bir kan davası olsun diye aramızda
Biliyorum hep güçlü olan kazanıyor ama
Gene de insan olan kazansın diyeceğim.


19 Nisan 2014 Cumartesi

SÖZDE BEN BİR İNSAN OLMAYA GELDİM


Alevi değilim ama olsaydım bununla gurur duyardım... Alevi değilim ama babamın adı Hüseyin, annemin adı Fatma ve sadece birkaç gün yaşamış ilk çocuklarının adı Ali idi… Sene 1995 idi ve kardeşimin düğününe Ankara’dan Erciş’e, sevgilim ile birlikte gitmiştik. Ağabeyim ve ablam semah yapmışlardı düğünde. Sevgilim, ağzı açıkta “Siz Alevi misiniiiz?” diye sormuştu. Şaşırmasına şaşıran ben, “değiliz, ama olsaydık sorun mu olurdu?” dedim. “Evet, bizde sorundur” dedi sert bir tonlamayla…
* * *
Beğenin beğenmeyin, Türklerin tarihi geçmişine, kültürüne —illa ki şart ise din— en uygun dinî yorumdur Alevilik. Vahhabi kafalar, özellikle kadının Türk kültüründe yerini bilmeyenler hep şaşkınlıkla ve sapkınlıkla karşılamıştır bunu. Mesela Atatürk’ün kadına sağladığı yasal insanlık kazanımlarının aslında Türk kültürü olduğunu bilmezler…

Tartışmaya açıktır: Dini anlayışının özü Alevilik olan Türkler Sünni olduğunda daha çok, daha fazla Müslüman olmadılar. Sadece dinlerini değil, kültürlerini de değiştirdiler ve Arap kültürünü Türk kültürüne yeğlediler. Benim ismim dahil, bir çoğumuzun ismi Arapça. Oysa Muhammed, peygamber olmadan da adı Muhammed idi. Kaldı ki biz Türkler “Lan Muhammed gel buraya” dememek için onu Mehmet yapmıştık. O kadar ince düşünceli bir millettik yani Sünni olduğumuzda bile. Muhammed’in babasının ismi Abdullah idi... Yani? Yani bu “Müslüman ismi” muhabbeti bir safsatadır diyorum. Hem de saçmalık. Araplar çocuklarına örneğin “Börklü” diyor mu? Bu isim işi Araplaşmamızın sebeplerinden biridir. Türk isimlerinden vazgeçip Arap isimlerini Müslüman ismi diye çocuklarımıza vere vere çok Müslüman olacağımızı zannediyorduk ya, cahil idik dünyanın rengine kandık.

Türklerin mezhebi olan Hanefilik Sünni bir mezhep değil idi evvelden. Şiilikle Sünnilik arasında bir mezheptir Hanefilik, —ki İmam Ebu Hanife İmam Cafer-i Sadık’ın öğrencisidir—. Zaten çocuğuna “Ali Osman” ismini koyan başka millet de yoktur.

Bu ülkedeki İslamcılık akımı işte o Türk kültürünü Arap yobazlığına satışın doruk noktasıdır. Arap yobazlığı diyorum, İslam tarihi okuyanlar bu yobazlığın ne olduğunu biliyor olsa gerek. En önemli simgelerinden biri kara çarşaf ve “Allah Ekber” diyerek çoluk çocuk ayırt etmeden insan öldürmeleridir.

Müslümanların ismi ithal ikame olduğu gibi, Müslümancılık da ithal ikamedir. Bu ithal düşünce Türk’ün İslam yorumuna da hep gıcık olmuştur. Mesela Nihal Atsız’ın İslam yorumunu asla sevmez bu İslamcılar. Mesela Nurettin Topçu “Sosyalizm, çiğnendiği zaman Allah’ın da affetmeyeceği kul hakkının müdafaasıdır” dediğinde bu “adam sosyalist” deyip çıkmıştır işin içinden. Sosyalistler ise Türklük vurgusundan ötürü “faşist” diyerek ötelemiş, itelemiştir kendisini. İşin özü, ithal manyağı bir toplumuz eskiden beri. O yüzden cari açığımız 800 Milyar Doları geçmiş durumda. O yüzden “Yerli Malı Haftası”na ithal kivi götüren çocuklarız biz…

İnsanoğlunun tarihi savaşlarla geçmiştir, doğrudur. Biz Türkler de tarihimiz boyunca çok savaştık. Ancak en kanlı savaşlarda bile ilkelerimiz vardı: Kadınlara ve çocuklara asla dokunmayacaksın! “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” deyip de bunu içten gelerek, anlamını düşünerek davranmış tek Müslüman millet Türk milletidir. Bunu da İslam’a borçlu değildir…


Bütün bunlar nereden mi geldi aklıma? Anayasasında “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” yazan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Başbakanının “gerçek evlatlar” dediği eli silahlı, iğrenç mi iğrenç, sefil mi sefil, her türlü küfrü hakeden şerefsizleri “o daha bir çocuk, o senin dinine göre bile masum sayılan bir sabi” olana silah dayayıp poz verdiği zaman.

Ey Türk, titre ve kendine gel. Tayyibana ve Arab’a de ki: Senin dinin sana, benim dinim bana!..

Ve dinle:

Ve bir daha dinle:


15 Nisan 2014 Salı

AŞK ve TANRI

— …
— Yoksa Alevi misin?
— Hayır. Ama Sünni de değilim.
— Nasıl yani, yoksa dinsiz misin? Allah’a inanmıyor musun?
— Mezhep mensubu olmamak böyleyse, evet! Ama genel olarak dinlerin Tanrı’sına hayır diyorum!
— Tanrı mı?
— Türkçe konuşuyorsak Tanrı dememden doğal ne var ki? Tengri desem iyice çıldırırsın demek ki.
— Peki peki. Dinlerin Tanrısı?
— Evet. Nasıl ki aşk kurumsallaşınca anlam kaybına uğruyor, duvara çarpıp düşüyorsa Tanrı da kurumsallaşınca kendine yabancılaşıp anlam kaybediyor. O yüzden dinlerde anlam aranmaz. Onlarda “yap” ve “yapma” babında kurallar vardır. Daha açık ifadesi şu: Tanrı'nın anlamı kurumsallaştığı an, yani din olduğu an biter.
— Kurumsal?
— Evet. Camisi, kilisesi, havrası; cuması, cumartesisi, pazarı varsa yeterince kurumsal değil mi?
— Bunu pek anlamadım, aşkla ilişkisini de kuramadım. Tanrı'nın bitmesinden bahsediyorsun ama aşk? Aşk kurumsallaşmadan da bitmez mi?
— Evet ama kurumsallaşınca kaçınılmazdır bitmesi. Kavramın doğasına aykırı kurumsallık.
— Ama aşk her halükârda biter ki! Ya Tanrı? Tanrı biter mi?
— Biter, evet. Tanrı da biter.
— Aşkla Tanrı’yı aynı anlam aralığında kullanıyorsun. Enteresan...
— Bana özgü değil, ama evet. Mutasavvıflar, filozoflar, şairler, halk ozanları, birçok kişi ve grup var o anlamda kullanan.
— Anlatamıyorum! Ama aşk biter ki! Oysa Tanrı? Tanrı biter mi?
— Biter ve bitmeye yüz tutunca yeniden inşa eder kendini. Rivayete göre yüzyirmidörtbin defa yapmıştır bunu.
— Nasıl?
— Bilmiyorum. Ben inananların yalancısıyım. Tanrı’nın o kadar peygamber gönderdiğini söylüyorlar. Eğer doğruysa kurumsala karşı yeniden aşk olarak tanımlanmak istemiştir diye düşünüyorum.
— İyi de, eğer öyleyse ibadet falan?
— İşte kurumsal olan da o zaten! Yani zorunlu ise nasıl ibadet etmek Tanrı için anlamlı olabilir ki? Cami, kilise, havra arttıkça Tanrı anlam kaybına uğrar. Onlar çoğaldıkça Tanrı o derece azalır.
— Anlamlı olmak ve anlam kaybına uğramak mı?
— Basit: Zorlandığım için yapıyorsam, yani kafama silah dayanmışsa savcıya, ila-ebed yanmakla tehdit edilmişsem Tanrı’ya anlamlı gelmemeli ifadelerim, yaptıklarım. O emrettiği için değil, ben istiyorsam anlamlı olmalı aşk! Yani ben de âşıksam aşktır. Eğer âşık değilsem ibadetim, yani duam, daha açığı O’nunla konuşmam emir kipindedir. Bu ya tecavüze girer ya da köleliğe.
— Ama işte gene kurumsal olmadı mı Tanrı?
— Ben de onu diyorum. İbadeti karşılıklı muhabbetten çıkarıp mecburi ritüele dönüştürürsen kölelik olur. Köleliğin olduğu yerde aşktan ve sevgiden bahsedebilir miyiz? Efendisine âşık olduğunu söyleyen bir köle kabul etsin etmesin, âşık değil köledir. Bütün kitabî dinlerin sorunudur bu.
— İbadet olmazsa Tanrı'ya bağlılık nasıl bildirilecek ki?
— Neden Tanrı'ya bağlılık bildirmek zorundadır ki insan?
— Değil midir?
— İstediği aşk bağlılığı ise anlaşılır. Toplumsal düzene karışıyor oysa; kendi aranızda şöyle şöyle yapmazsanız yakarım. Birbirimize edeceğimiz küfürlere bile karışmıyor mu? Birbirimizi nasıl öldüreceğimize?
— Tanrı'nın istediği ideal düzen kurulana kadar illa ki birileri birilerini öldürecek ki zaten.
— İşte bu lineer tarih, lineer toplum anlayışı ideal toplum safsatasını besliyor. İster bu dünyada ister başka bir dünyada Cennet vadeden bütün ideal fikirler kurumsal dine dönüşür ve safsatadır. Hepsi de baskı ve şiddet öngörür. Mesela bütün kitabi dinler, kurallarına uymayanı ebedi ateşle tehdit ediyor mu etmiyor mu?
— Evet, ediyor. Zorla güzellik olmaz diyorsun yani.

— Bu bir nevi kıskançlıktır diyorum. Kıskançlık ceza içerir. O yüzden aşkı sakatlar ve aşkı hastalıklı yapar diyorum.


— Tamam işte aşktan söz ediyorsan, aşıkların yapması gereken şeyler yok mudur?

— Tabii ki var, kıskançlık onlardan biri değil diyorum. Tanrı kendini beğenmiş, küstah bir narsist midir ki şunları şunları yapmazsanız yakarım sizi desin? Veya şunları şunları yaparsanız ebedi mutluluk kaynakları veririm desin? Şunu anlarım: Sevginiz karşılıksız değil, ben de sizi seviyorum. Ama pazarları kiliseye, cumaları camiye gitmezseniz sizi yakarım demek? Gazetelerin üçüncü sayfalarında vardır böyle haberler; “Çok kıskanıyordum, bütün vaktini bana ayırmadığı için öldürdüm”, “çok seviyordum, başkasına bakınca öldürdüm.” O kadar seviyorum ki öldürüyorum. O kadar seviyorum ki ebedi ateşte yakacağım. Seni ebediyen yakacağım ama seni düşündüğümdendir bu. Seni ebediyen yakmazsam belli ki inanmayacaksın aşkıma...

1 Nisan 2014 Salı

RABİA BALKONUNDA SEREMONİ


Rabia balkonuna çıkıp halkı selamlayanlar arasında sıfırlayamayıcı Bilal de vardı. Aziz milleti alkışlayınca kalbine götürdü elini. Kalbimdesiniz mesajı verdi Bilal sevenlerine. Bakmayın milyar dolarları sıfırlayamadığıma, bakmayın babamın yoksulluk sınırı 3 bin 700 lira olan memlekette 750'yi size layık gördüğüne, kalbimdesiniz. Salladı elini kameralar iyice çeksin diye, Yasin de görsün El Kadısını gülümseyerek.

Zafer de çağladı balkonda. Bayram harçlığı olarak aldığı 500 bin doları kutulara sığdırıp da getirememişti Rabia balkonuna. 700 bin liralık saati pek farkedilmedi karanlıkta ama salladı elini buradayım diye. Onu da alkışladılar çılgınlar gibi.

Egemen de vardı her zamanki sırıtışıyla. Sanki Bakaranın 159'uncu ayetini mırıldanıyordu, "kim ki Egemen'i sevmezse..." Okumana gerek yok dedi Rabia milleti; makaraya da sarsan Bakarayı biz severiz seni. Nedir yani, camiye ayakkabıyla mı girdin sanki? Sıkma canını, dalgana bak. Aldığı bu güvenoyuyla salladı elini Egemen. Yihhuu çekti Rabiacılar.

Ahmet de oradaydı, Davutun oğullarından. Hani Suriye'ye savaş açmak için fikir üretirken yakalanan Ahmet. Hani 4 adam gönderir 8 füze sallarım al sana gerekçe diyen Fidan'a "ben akademik kimliğimle konuşunca..." diyen hani "bizden habersiz yaprak kımıldamaz" diyen, Tanrı rolüne soyunmuş Rabiacı. Oradaydı, salladı elini. 8 füze sallamak az der gibiydiler ama yine de coştu meydandakiler.

Emine hanım oradaydı her zamanki gülüşüyle. Sümeyye, Bilal'in yanında duruyordu bir çılgınlık yapmasın diye. Çin malı belge yok etme makinesini beğenmeyen Esra ile Berat fazla göze batmamaya çalıştılar kıyıda köşede durarak.

Sarraf Kabinesi tekmili birden oradaydı, Rabia balkonunda. Bir kişi yoktu ki, ona çok üzüldüm. "Allah'ın ayetleri"ni makaraya saran sırıtığın elini bile göklere kaldıran babası demek ki layık görmemiş onu Rabia balkonuna. Biricik oğlu Burak. Yedi gemi sahibi, Türkiye'nin İsrail'le ticari ilişkilerini tavan yaptıran Burak. Hani sevgilisine "anneni .ikeyim" diyen biricik ahlak abidesi.


Doğru diyor adam: Ahlak dışı siyaset yapan muhalefet istifa etmelidir.