Günümüz Türkçesinde kişiliği eskinin
şahsiyeti yerine kullanıyorlar, ama karşılamıyor zannımca. Eksik bir şeyler var
sanki. Kişilik; herhangibir şekilde, hangi huy ve alışkanlıklar edinmişse
insan, kendine özgü özellikler toplamıdır. Bunda “fıtrat”ın da önemli bir
etkisi vardır. Şahsiyet ise tutarlı, ahlâklı, dürüst, ilkeli bir kişilik sahibi
olmaktır. Her bireyin, onu diğerlerinden ayırt eden bir kişiliği vardır, ama
herkes bir şahsiyet sahibi değildir… Birine “şahsiyetsiz” dediğimizde kafamızda
eksik parça kalmaz, oturur yerine. “Kişiliksiz” dendiğinde aynı şeyi
hissetmiyorum; çünkü öyle veya böyle bir kişiliği oluyor insanın neticede.
Şahsiyetsiz insanlar başkalarını bazen
parayla sınarlar, bazen mevki-makamla. Eğer nefsiniz bunlara yenik düşerse size
yaptıramayacakları şey yoktur. Böyle olunca, kişilik alınır-satılır bir meta
haline gelir ve şahsiyet oluşumu devre dışı kalır. Tamamlanmamış şahsiyetler,
toplum için, hiç şahsiyeti olmayanlardan daha tehlikelidir. Bunlara da
“münafık” deyince anlam oturuyor kafamda. Dinî anlamda değil, toplum-bilimsel
anlamda kullanıyorum “münafık” kavramını. “İkiyüzlü” demek karşılamıyor sanki.
* * * *
Musa, on maddenin birinde,
“öldürmeyeceksin”, birinde “çalmayacaksın” demişti. Gel gör ki İsrailoğulları
öldürmeden duramıyor, çalmadan zengin olamıyor. Doğrudur, çalışarak da zengin
olunabilir ama neden Yahudiler hep zengindir? Yüzyıllarca yurtsuz gezmelerine
rağmen nasıl olur da zengin kalabilmişlerdir? Bulundukları her toplumda
onlardan-mış gibi görünüp münafık olarak yaşamış olmasınlar sakın?..
İsa, “hem Tanrıya, hem paraya
tapamazsınız” demişti ama Weber’in harika biçimde anlattığı gibi “Kapitalizmin
Ruhu, Protestan Ahlâkı”nda saklıdır. Doğrudur, kapitalizm zenginliği Tanrı gibi
davranan tek bir “Kral”dan alıp insanlar arasında dağıtmıştır. Ancak kaç kişi
arasında dağıtmıştır? Zenginliğin paylaşımı/bölüşümü kapitalizmin en büyük
sıkıntısıdır ve bu sorunu çözemezse kendi sonunu getirebilir. Gelen gideni
aratabilir üstelik. Komünizm tecrübesinden sonra insanoğlunun neler yapacağı,
sınırları nereye kadar zorlayacağı belli olmaz… Protestan ahlâkı bir bakıma
Yahudiliğe dönüş ve münafık davranışı üzerine kurulu olabilir mi acaba?
Muhammed “infak edin”, yani “artanı
verin” demişti. Enteresan kabul eder misiniz bilmem: Muhammed El-İlah adına
ortaya çıktığında ilk intisap edenler hep fakirler, köleler falandı. Zengin
olup da Müslüman olan ilk insan, Ebu Bekir Müslüman olduğunda hayretle ve
coşkuyla karşılanmıştı. Ortada İslam adına ne namaz, ne oruç, ne hacc, yani
bugün İslam’ın Şartları olarak sayılan hiç biri yoktu. Bunlar, Muhammedin
mesajı kurumsallaşıp, yani din olunca, bir anlamda kilise ve havra formuna
kavuşunca oluşmuştur. Kim “İslam’ın Şartları” diye beş emir vaz etmişse İslam
felsefesinin içine etmiştir. “İmanın Şartları” da öyledir. Her bir birey, vahyi
birebir tecrübe etmediğine göre, aslında İmanın Şartı birdir: Muhammed ne
diyorsa ona inanmak! Put Tanrılar afyon olarak kullanılmış, insanlar
köleleştirilip meta haline getirilmişken El-İlah adına biri çıkıp “Kölelik
düzeniniz batsın, Tanrılarınız da yalan, var ama tek bir Tanrı” diye
haykırdığında yanında köleleri, itilmiş kakılmışları bulmuştu. Başkaldırı
başarıya ulaşıp bir din olarak kurumsallaştığında, gelsin saraylar gitsin
cariyeler! Üvey evladın karısıyla evlenmeler. Sonrasında Muaviye sarayları.
Sonrasında itibar adına Ak-Saraylar falan. Münafık olmak neydi be usta?
* * * *
Ne mi anlatıyorum? Diyorum ki: Kendi
içinizde tutarlı olun! Diyorum ki: Dinle ahlâk arasında doğrusal bir bağlantı
kurarsanız, fena çuvallarsınız. Ahlâk, en çok da din olmadığı halde, hatta
Tanrı olmadığı halde anlamlı olan bir insanlık erdemidir! Bir dine, bir
ideolojiye, bir topluluğa ait hissettiğinizde bir kişilik sahibi olabilirsiniz,
ama şahsiyet, kendinizi kendinizin inşa etmesidir.
Eğer Tanrı yoksa, eğer Cennet-Cehennem,
eğer bakire huri vajinası yoksa her türlü işi yaparım derseniz homo
olabilirsiniz ama homo homo sapiens, yani düşündüğü şey üzerine düşünen insan
olamazsınız! Eğer, “Tanrı yoksa ahlâksız olabilirim” diyorsanız canınız
Cehenneme! Kırkbin zebani karşılasın sizi…
* * * *
Kişilik ve şahsiyet meselesinden
buralara nasıl geldim, ben de bilmiyorum. Anlayan, bana da anlatsın…
Muhammed “infak edin”, yani “artanı
verin” demişti. Enteresan kabul eder misiniz bilmem: Muhammed El-İlah adına
ortaya çıktığında ilk intisap edenler hep fakirler, köleler falandı. Zengin
olup da Müslüman olan ilk insan, Ebu Bekir Müslüman olduğunda hayretle ve
coşkuyla karşılanmıştı. Ortada İslam adına ne namaz, ne oruç, ne hacc, yani
bugün İslam’ın Şartları olarak sayılan hiç biri yoktu. Bunlar, Muhammedin
mesajı kurumsallaşıp, yani din olunca, bir anlamda kilise ve havra formuna
kavuşunca oluşmuştur. Kim “İslam’ın Şartları” diye beş emir vaz etmişse İslam
felsefesinin içine etmiştir. “İmanın Şartları” da öyledir. Her bir birey, vahyi
birebir tecrübe etmediğine göre, aslında İmanın Şartı birdir: Muhammed ne
diyorsa ona inanmak! Put Tanrılar afyon olarak kullanılmış, insanlar
köleleştirilip meta haline getirilmişken El-İlah adına biri çıkıp “Kölelik
düzeniniz batsın, Tanrılarınız da yalan, var ama tek bir Tanrı” diye
haykırdığında yanında köleleri, itilmiş kakılmışları bulmuştu. Başkaldırı
başarıya ulaşıp bir din olarak kurumsallaştığında, gelsin saraylar gitsin
cariyeler! Üvey evladın karısıyla evlenmeler. Sonrasında Muaviye sarayları.
Sonrasında itibar adına Ak-Saraylar falan. Münafık olmak neydi be usta?
* * * *
Ne mi anlatıyorum? Diyorum ki: Kendi
içinizde tutarlı olun! Diyorum ki: Dinle ahlâk arasında doğrusal bir bağlantı
kurarsanız, fena çuvallarsınız. Ahlâk, en çok da din olmadığı halde, hatta
Tanrı olmadığı halde anlamlı olan bir insanlık erdemidir! Bir dine, bir
ideolojiye, bir topluluğa ait hissettiğinizde bir kişilik sahibi olabilirsiniz,
ama şahsiyet, kendinizi kendinizin inşa etmesidir.
Eğer Tanrı yoksa, eğer Cennet-Cehennem,
eğer bakire huri vajinası yoksa her türlü işi yaparım derseniz homo
olabilirsiniz ama homo homo sapiens, yani düşündüğü şey üzerine düşünen insan
olamazsınız! Eğer, “Tanrı yoksa ahlâksız olabilirim” diyorsanız canınız
Cehenneme! Kırkbin zebani karşılasın sizi…
* * * *
Kişilik ve şahsiyet meselesinden
buralara nasıl geldim, ben de bilmiyorum. Anlayan, bana da anlatsın…