Alışmış
çalmaya. Muhalefete zırnık koklatmıyor. Necdet Adalı’nın idamını çaldı. “Beni
burada arama anne” şiirini okudu Nevzat Çelik’ten. Mustafa Pehlivanoğlu’nun
idamını çaldı. Sağdaki prompterdan okuyordu nasıl öldüğünü. Mustafa’nın anne
babasının 3 gün sonra yavrularının öldüğünü öğrenmiş olduğunu büyük bir hüzünle
anlattı. Sonra sola döndü ve Mustafa’nın mektubunu okudu; “Sevgili anneciğim ve
babacığım… Size karşı hatalarımı affedin. Hakkınızı helal edin…” Vekiller
alkışladı, salon alkıştan inledi. İşte buna dayanamazdı. Gözyaşları,
gözyaşları. Boğazı düğümlendi, salon yine inledi. Sonra Erdal Eren’e geçti.
Erdal’ın ölümünü de çaldı. “Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu Mamak’ta çektiği
çileleri, gördüğü işkenceleri…” dediğinde kendini biraz toparlamıştı artık. Yazıcıoğlu’nun
Mamak’tan yazdığı şiiri okudu: “Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum.
Durun kapanmayın pencerelerim…” Ertuğrul Günay’ın babasının cenazesine nasıl
katılamadığını acıklı acıklı ifade etti. Alparslan Türkeş’i hafiften andı: “Burada
rahmetli Türkeş’in 12 Eylül sonrası yaşadıklarından hiç bahsetmiyorum” dedi ve hayret, sözünde durarak bahsetmedi.
Bunları
konuştuğunda takvimde Şubat 2012 yazıyordu. Silivri’de, Hasdal’da sebebini
bilmeden yatan onlarca insan annelerini, babalarını, kimisi çocuğunu, hatta
kimisi kendi hayatını kaybediyordu. Onların sıcağı sıcağına ölümlerine
değinmedi. Cenazelerini çaldı bir bakıma, yakınlarının acılarını.
2013
olduğunda biri 15, biri 19 yaşında olmak üzere 8 genç “polisin destan yazdığı”
günlerde hayatını kaybetti. Ne Erdal Eren’den çaldığı imgeyi hatırladı, ne de
Mustafa Pehlivanoğlu’nun anne babasına mektubunu... Hem “saçlarına yıldız
düşmüş anne” derken, hem de “nişanlıma söyleyin mutlu bir hayat kursun” derken
prompterdan destek almıştı. İnsanların duygularını çalıyor, sonra unutuyordu; her
zaman yaptığı gibi. Sağına ve soluna konmamış prompter olmayınca bütün vücudu
kıpkırmızı, avazı çıktığınca bağırıyordu: “Vandallar, çapulcular, ateistler,
teröristler.”
“Devlette
üçüncü adam” yaptığı Apo’nun idam edilmemiş olmasını da çaldı. “Söyleyin kim
asmamıştı?” diye sorduğunda vekilleri öyle bir alkışlamıştı ki, yıllardır Meclis’in
tavanına yapışık çiğköfteler ancak o zaman dökülebilmişti.
Yahya
Kemal’in “Deniz Türküsü”nü çalıp “Deniz” yapmıştı. Şiiri prompterdan okumuştu
ama yanlış okumuştu. Büyük ihtimal o şiiri ilk okuyuşuydu ve danışmanlarının
yanlış yazdığını farketmedi bile. Alışmış çalmaya, alışmış. Herkesin, her
kesimin neyi varsa çalıyor, dönüştürüyor. İlkesiz, cahil vekilleri ve seçmeni yeri
göğü inleterek alkışlıyor…
Ergenekon
kavramını çalıp bir terör simgesi haline getirdi. “Ben de bir Gürcüyüm” diyen
bu herif Türklüğün simgelerinden birini öyle bir çalıp içini boşalttı ki.
Bırakın cahil seçmeni, aydınlar bile “adam haklı” dedi, ona yandım. “Ben bu
davanın savcısıyım” dedi. “Bunlar hep geç uyanıyorlar. Ergenekon konusunda da
uyanacaklar, bize de o gün tıpkı bugünkü gibi günaydın demek düşecek” dediğinde
tarih yine Şubat 2012 idi ve Ergenekon davasından içeride olanlar ölmeye devam
ediyordu.
Sonra
sadece duyguları, imgeleri, simgeleri değil mal mülk çaldığı da çıktı ortaya. Sıfırlaya
sıfırlaya bir türlü sıfırlanamayan miktarda. Böyle bir durumda bile yapılacak
en şeytani şeyi yaptı ve gene çaldı. Bu kez bilim için önemli bir kavram olan “paralel”i
çaldı. Bütün kabahatleri “paralel”e yükledi. “Ergenekon paralelin tezgâhı”
dedi. 12 yıl yönettiği meğer hikâye imiş. Birbirine paralel iki devlet varmış
ve güzel duble yolları bu bizimki yaparken bütün kötülükleri diğer devlet, yani
paralel yapıyormuş. Bunları anlattığında vekilleri de seçmeni de çok güzel
alkışladı.
Çalmadığı
ne kaldı? Yargının cübbesi mi, askerin üniforması mı? Solculardan Erdal Eren
mi, sağcılardan Mustafa Pehlivanoğlu mu? Sıfırlamaya çalışırken koyacak yer
bulamadığı 30 Milyon Avro cinsinden milletin vergisi mi?
Her
şeyin üstüne Oğuz Atay’ın mümkünü yok okumadığı “Tutunamayanlar”ını çaldı. İşte
buna Selim ve Turgut acıklı acıklı fena güldüler. Ama o bilmiyor, o sadece
çalıyor… Vekilleri ve seçmeni alkışlıyor. Ben küfrediyorum bu duruma. Seçmeni “Hadi
oradan, halkı hiç anlamıyorsun” diyor bana. “Halkın da…” diyorum, gerisini
Neyzen’e havale ediyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder