Yıl
2009, aylardan Aralık'tı. ‘Açılım’ görüşmelerinin yapıldığı Meclis oturumunda, Hükümet
adına konuşan Adana Milletvekili Ömer Çelik, “bunları başka ülkelerden
aldığınız emirlerle yapıyorsunuz” mealindeki iddialara cevap verirken, bütün
Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerini tenzih ederek “Böyle birşey olsa İran’la
ilişkilerimiz bu seviyede olur mu?” demiş ve epey havalı bir üslupla kimseyi
takmadıklarını ima etmişti.
Çelik’in
Meclis’teki konuşmasından birgün sonra “yandaş-damat” gazetesi Sabah, neredeyse
sayfanın yarısını kaplayacak biçimde bir haber yapmıştı. Niye öyle büyükten görmüştü;
bilerek mi, yanlışlıkla mı bilmem. Haberin dokuz sütuna yayılmış başlığı
şöyleydi: “Crowley: Türkiye’nin İran’la güçlü ilişki kurması faydalı”. Habere
göre Türkiye’nin bölgede çok önemli bir rol oynadığını ifade eden ABD Dışişleri
Bakanlığı Sözcüsü Philip Crowler aynı zamanda şöyle demişti: “Türkiye’nin
sanırım (sanırım?) son dönemlerde İran ile ilişkilerini güçlendirme yönünde
girişimleri oldu. Bunun faydalı olduğunu düşünüyoruz...”
NewYork
Times, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 2009 ABD gezisi (iki defa ertelendi)
öncesi Türkiye ile çok ilgiliydi. Erdoğan’ın demokratik açılım konusunda
muhalif görüşlere karşın güçlü liderlik gösterdiğini vurgulayan başyazıda, “Türk
hükümeti, cesaretin ve sağduyunun bir göstergesi olarak Kürt AZINLIĞIN uzun
süredir tanınmayan haklarını kabul eden bir plan açıkladı. (...)
Türkiye'nin uzun zamandır daha demokrat bir ülke olması için ısrar eden Amerika
ve diğer Batılı ülkeler, Başbakan Tayyip Erdoğan'ı yaptıklarını kararlı bir
şekilde sürdürmesi için cesaretlendirmeli. Daha da önemlisi Avrupa, demokrasiyi
ve azınlık haklarına saygıyı güçlendirdiği takdirde Türkiye'nin AB üyesi
olacağını sonunda açıkça ifade etmeli.” denmişti. (Biliyorsunuz ki “azınlık”
hukuki manada gayrı müslimleri ifade eder. Türk Hükümeti bu tür ifadelere, yani
“Kürt azınlık” denmesine tepki vermiyor ve sanırım vermeyecek de.)
Açılım
muhabbetinde, Hükümet PKK’ya verdiği sözlerde ne zaman zikzak çizse, İmralı'da
mukim PKK başı Öcalan uyarır, gerekirse tehditlerini savurur. Aşağıdaki
sözünden bir hafta önce Türkiye’nin üniter yapısının önemli olduğunu söyleyen
ve bağlılığını sunan Öcalan şunları söylemişti: “Buradan Erdoğan’a da
sesleniyorum. Eğer doğru yöntem belirlenmezse, demokratik siyaset ve çözümün
önü açılmazsa nasıl ki Enver Paşa ittihatçılığı Osmanlıyı parçaladıysa AKP’nin
mevcut olan zihniyeti de Türkiye Cumhuriyeti’ni parçalanmaya götürür, AKP de
biter…”
Dışişleri
Bakanı Ahmet Davutoğlu “Evet, yeni Osmanlıyız...” demiş, birkaç gün sonra
Financial Times gazetesi de Türkiye’ye tam sayfa ayırmıştı. FT'deki yazının
başlığı “Osmanlı Misyonu” idi. Yazı, Ankara'nın yıllarca yüzünü Batı'ya
çevirdikten sonra, bir zamanlar sultanlarınca yönetilen topraklarla yeniden
bütünleştiğini yazıyordu. Ama bir riske de dikkat çekiyordu. Buna göre; “Türkiye’nin
Müslüman dünyasında liderlik rolü üstlenmeye yönelik arayışı, Türkiye açısından
kapasitesini zorlayıp 'boyunu aşma' riskini de beraberinde getirebilir”di.
BUGÜN
Başbakan
sıkı bir heyetle İran'a gitti geldi. Ziyaretin heybesinde ticari anlaşmalar da
vardı. Obama ABD'den ses verdi: “İran'a yaptırımı veto ederim.”
İsrail
gazetesi Haaretz “Erdoğan, Suriye konusunda bozulan arayı onarmak için İran’da”
başlığını attı ve “ABD'nin Türkiye ile İran
arasındaki yumuşamanın Ortadoğu'da sağlanacak istikrar için önemli olduğuna
inandığını” yazdı. İran dini lideri Hameney’in temsilci vekili Abdullah Hacı Sadeki ise, “Erdoğan’ın, Siyonist rejiminin ellerinde bir
kuklaya dönüştüğü, ancak yakın zamanda rüyadan uyandığını” söyledi.
YİNE
ARALIK 2009
Yazının
başından beri kafası karışanlara, “ne demek isteniyor ki” diyenlere özeti 2009
Aralık’ında Jerusalem Post gazetesi yapmıştı: “Erdoğan her şeyi birden istiyor;
bir yandan kendi oy tabanının amaçlarına yanıt vererek radikalleşirken bir
yandan da Türkiye’nin bölgesel sorunlara çözüm getiren ılımlı bir batı ülkesi
kimliğini korumak istiyor. Bu iki amacın birbiriyle çeliştiği açık.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder