Sözün bittiği, çoğu zaman da hiç başlayamadığı yerde kendimizi ifade
biçimimizdir dayılanmak. Efendi adamların örnek alınacak bir tarafı yoktur.
Çünkü durağandırlar, enerji yaymazlar. Oysa dayılananlar kasım kasım, paşa paşa
çekerler herkesi kendilerine. Dayılanmanın herkesi çeken hafifmeşrep tarafı gel
gel eder, sırıtır her köşeden. En iyi dayılananın en iyi siyasi proje
üreteceğine dair inancımız da sağlamdır...
Dayılanmayla
tatmin sağlamak, toplumsallaşamamış bireylerin en belirgin özelliklerden
biridir. "Biz Orduluyuz, adamı pişman ederiz"; "ben Diyarbakırlıyım
oluum, sıkarım haa"; "sen hiç Çankırılı dayağı yedin mi?"
Örnekleri çoğaltmanın anlamı yok, hemen her ilin bireyleri dayılanma üzerine o
ille birlikte zikredilen bir kaç replik bilir. İllerin ilçeleri ve mahalleleri,
köyleri, aşiretleri, aileleri arasında bile birbirine üstünlük sağlayacak bir
dayılanma sözü, bir dayılanma tavrı vardır.
Toplumsallık
gibi görünse de bir türlü büyüyememiş, söyleyecek söz biriktirememiş, toplum
bilincine erişememişlerin ergenlik halidir dayılanma. Bazı uzuvları hal ve hareketlerinde
ve mimiklerinde sivilcelenmiştir, aynaya baktıklarında pek delikanlı
göründüğünü zannettirir. Ancak ülkenin önde gelenlerinin dayılanması
diğerlerinden biraz farklıdır; bir cinsel tatmin gibi haz verir seyirci
ergenlere, film seyrettiklerinin bilincinde olsalar bile...
Bütün
olaylar, olgular bir tarihte birilerinin kahraman olduğunu gösterse de, buna
şüpheyle fitne arasında bir itiraz sunan alternatifçilerimiz vardır. Hayali
kahramanlara ise dokunmazlar; çünkü, dayılanmayı kahramanlıkla eş tutan bir
seyirci kitlesini kontrol etmek kolaydır ne de olsa...
Ülkeyi
ve hatta bütün Müslümanları derin devletten kurtaran Polat Alemdarımız vardır
mesela, kendisi pek de derinken. Güya Mülkiye okumuştur, ama gerçek hayatta onu
ciddiye alanların, ona öykünenlerin lise bitirdiği bile şüphelidir. Belki
yapıyordur, ama taklitçileri siyasi analizlerini değil, nasıl da kelle
kestiğini, nasıl da kafaya sıktığını konuşur, hatta hainlere nasıl sert sert
baktığını, nasıl da cakalı yürüdüğünü...
Lakabını
imparator yapmışsak, bazı kuralların ona işlememesi gereken Fatih Terimimiz
vardır. İster küfreder, ister tokat atar. Kartını ister boynuna asar, ister
kemerinde sallandırır, uyaran hakem haindir sevenlerinin gözünde. Dayı dayı
yürümesi, "Bensiz bir bok değilsiniz" Tanrı edasıyla küfreder gibi bakması tevilsiz erdemindendir. Neden öyle? Bilmiyoruz! Çünkü Tanrıların hikmetinden sual olunmaz...
Gülümseyerek
dayılanan Selahattin Demirtaş vardır mesela. Gülümsemesi, aşikâr ki
küstahlığından. "Yiyorsa siz de dağa çıkın" der pişkin pişkin.
Kaşıdığı lambadan nasıl bir cin çıkacağını bilmeden, kaşır arsızca...
Bütün
dayılarımızın, bütün dayılanma biçimlerimizin ortalaması Recep T. Erdoğan'ımız
vardır meselâü. Moda, medyana gerek yok, en basitinden aritmetik ortalamasıdır bu
ülkenin. Bunun bilincindedir ve asla ortalamayı yükseltmek istemez, devletin
icra başı olarak görevlerinden biri bu iken. O ortalama, en temel besin
kaynağıdır neticede. Adına barış, açılım ve sair dedikleri süreci düşünün, "ne istediler de vermedik" yardım ve yataklığını düşünün, hiçbir söylediği birbirini tutmaz iken hep on ikiden vurur hedefi,
mest eder sevenlerini. Bir tavrı, bir afra tafrası, bir küfrü, bir kükremesi
yeter ikna için dayılanma müminlerini...
Hülasa;
siyasi olarak da, ahlâkî olarak da dayılanmak hem bir başarı kaynağı hem de bir
haz kaynağıdır... Tatmin sorunu olanlar buna inanmamış olanlardır. Demokrasi
kurumlar ve kurallar rejimi iken, hep lider aramamız, bir kahraman çıksın diye beklememiz nedendir sanıyorsunuz?..
Merhaba,
YanıtlaSilDayılanmanın ülkemiz kültüründeki algılanma ve etkisini öyle güzel anlatmışsın ki; sonu altın vuruşa geçmiş. Anlayana! Yüreğine ve ellerine sağlık:)